Sivas Katliamının Sorumlusu Kim?
Gelecekbizim, 3 Temmuz 2024

Öncelikle şu konuya dikkat çekmek lazım: Madımak Otelinin önünde kışkırtılıp galeyana getirilen tarikat üyeleri, siyasal İslamcılar, cihatçılar ve elbette faşistler, kontrgerillacılar vardı. Oteli de bunlar ateşe verdi; 33 aydını, yazarı, sanatçıyı ve 2 otel çalışanını yakarak katlettiler. Ama onları kışkırtıp harekete geçiren güç kimdi? Madımak Otelinin biraz yakınında binlerce askerin bulunduğu Tugay Komutanlığı neden harekete geçirilmedi, polis neden gerici güruhu izledi ve yangına müdahale edilmedi? 2 Temmuz, Türkiye toplumunun suikastlar, şüpheli ölümler, tırmandırılan haksız savaş ve katliamlarla bir gerilim tüneline sokulduğu koşullarda gerçekleşti.

2 Temmuz Sivas Katliamı 31. yıldönümünde bir kez daha Türkiye’nin dört bir tarafında lanetlendi ve katliamın ardındaki tüm güçlerin ortaya çıkartılması için çağrı yapıldı. Anmanın merkezi Sivas’ta iki koldan yürüyüşe geçen binlerce kişi, 35 insanımızın yakıldığı Madımak Oteli önüne kadar yürüdü. Burada bir konuşma gerçekleştiren Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Cuma Erçe, Sivas Katliamı ile diğer katliamlar asındaki bağa dikkat çekti. Erçe şöyle konuştu:

“31 yıldır bıkmadan usanmadan adalet mücadelesi veren tüm canlara aşk olsun. Devrimci gençler, sosyalistler, hepiniz hoş geldiniz. 31 yıl geçti, ama hemen şuracıkta tutuşturulan ateş sönmedi. Ateş evlerde, yüreklerde, dağlarda yanmaya devam ediyor. Öyle bir ateş ki kimi zaman Mardin’de, kimi zaman Kaz Dağlarında, kimi zaman da 10 Ekim’de ciğerimizi yakmaya devam ediyor. Öyle bir ateş ki bütün ezilenleri yakmaya devam ediyor. Bıkmadan usanmadan buraya gelip adalet diyoruz. Çünkü biliyoruz ki Sivas için adalet sağlanmazsa hiç kimse için adalet sağlanmayacak. 33 canımızın katledilmesi esasta bir Alevi katliamıdır. Ancak bu Alevi katliamı Sivas ile kalmadı. Öncesi de vardı, sonrası da vardı. Koçgiri’de, Dersim’de devam eden 2 Temmuz sonrasında da Suruç’ta, Gezi’de ve 10 Ekim’de devam etti. Bu katliamlara karşı birleşmezsek daha çok acılar görecek bu topraklar. Bunu biz başaracağız, bütün ötekiler olarak biz başaracağız. Daha dün Suriyelilerin evini yaktılar. Daha dün siyasi partilerin mitinglerinde yakın yakın diye bağırdılar. Türkiye işte şuracıkta yükselen kara dumandan boğuluyor. Bu kara dumanı dağıtmaz isek daha çok dumanlar yükselecek.”

Katliama giden süreç

Öncelikle şu konuya dikkat çekmek lazım: Madımak Otelinin önünde kışkırtılıp galeyana getirilen tarikat üyeleri, siyasal İslamcılar, cihatçılar ve elbette faşistler, kontrgerillacılar vardı. Oteli de bunlar ateşe verdi; 33 aydını, yazarı, sanatçıyı ve 2 otel çalışanını yakarak katlettiler. Ama onları kışkırtıp harekete geçiren güç kimdi? Madımak Otelinin biraz yakınında binlerce askerin bulunduğu Tugay Komutanlığı neden harekete geçirilmedi, polis neden gerici güruhu izledi ve yangına müdahale edilmedi?

Katliamın gerçekleştiği siyasal ve toplumsal kesiti kısaca hatırlayalım: Birçok aydının suikast düzenlenerek katledilmesinin ardından, 24 Ocak 1993’te Kemalizmin simge isimlerinden Uğur Mumcu arabasına konan bombanın patlamasıyla hayatını kaybetti. Cinayet İran kaynaklı İslamcıların üzerine yıkıldı ama Mumcu’yu öldürenlerin arkasında devlete hâkim olan güçler vardı. Nitekim eşi Güldal Mumcu da bunu doğruluyor: “Cinayet 24 Ocakta işlendi. Savcı 18 Şubatta benimle konuştu. ‘Üzerime gelmeyin bu işi devlet yapmıştır, istese siyasi iktidar çözer’ dedi.” Mumcu’nun öldürülmesinden birkaç hafta sonra Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, bindiği uçağın düşmesi sonucunda hayatını kaybetti. 27 Nisanda ise Cumhurbaşkanı Özal şüpheli bir şekilde öldü. Kürt hareketinin güçlendiği ve sorunun çözülmesine dair çeşitli tartışmaların sürdüğü bir süreçte 33 asker 24 Mayısta öldürülürken, kısa bir süre sonra 2 Temmuz katliamı hayata geçirildi. Tam 3 gün sonra bu kez bir Sünni köyü olan Başbağlar’da 33 kişi öldürülerek PKK sorumlu tutulurken, hem Madımak Katliamının yarattığı infial bastırılıyor hem de kitlelerin ilgisi mezhepsel bir boyuta çekiliyordu. Anlaşılacağı üzere 2 Temmuz, Türkiye toplumunun suikastlar, şüpheli ölümler, tırmandırılan haksız savaş ve katliamlarla bir gerilim tüneline sokulduğu koşullarda gerçekleşti.

Bu katliamın ve suikastların, siyaset sahnesinin ardında devletin tüm iplerini elinde tutan asker-sivil bürokrasinin vesayetini sağlamlaştırmak istediği günlerde gerçekleştiğine de dikkat çekmek lazım. Bu dönemde Kürt halkının demokratik taleplerini bastırmak için JİTEM gibi savaş aygıtlarının devreye sokulduğunu, uyuşturucu ticaretini ve mafyayı kontrol eden güçlerin bu şekilde zenginleştiğini de hatırlatalım. Keza köyden kente göçün hızlandığı ve varoşlara tıkılan emekçilerin en temel hizmetlerden mahrum edildiği ve dolayısıyla tepkinin büyüdüğü, bu arada işçileşmenin hızlandığı, 1986’dan başlayarak yükselen ve Madenci Greviyle doruğuna çıkan işçi hareketinin henüz tam geri çekilmediği bir dönem! Bu günlerde ardı ardına gelen suikastların, 2 Temmuz’un ve Başbağlar’ın amacı kaotik gelişmeler eşliğinde toplumu korkutmak, en önemlisi mezhep kavgası üzerinden toplumu ayrıştırarak yönetmekti. Dolayısıyla katliamı planlayan devlet içindeki güçler de, kitleleri kışkırtmak üzere Sivas’a gönderilen kontrgerilla elemanları da, galeyana getirilip kullanılan siyasal İslamcılar ve cihatçılar da suçludur!

2 Temmuz 1993

1-4 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin çağrısıyla Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmesi planlanmıştı. Daha önceki senelerde bu etkinlik Hızır Paşa tarafından katledilen Pir Sultan Abdal’ın Banaz Köyünde yapılıyordu. Fakat DYP ile koalisyon ortaklığı yapan SHP’nin elinde tuttuğu Kültür Bakanlığının desteğiyle etkinliler Sivas merkeze alındı. Aralarında Aziz Nesin, Asım Bezirci, Metin Altıok, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin gibi birçok aydın ve sanatçı da etkinliklere katılıyordu. Etkinlikten iki gün önce harekete geçirilen gericilerin “Müslüman Kamuoyuna” adıyla dağıttığı bildiride şöyle deniyordu: “Kâfirler şunu iyi bilmeli ki: İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.”

Kapsamlı bir etkinlik düzenlenmesine, bu etkinliği Kültür Bakanlığı desteklemesine ve gerici güruh ortalıkta bildiri dağıtıp tehditler savurmasına rağmen gerekli önemler alınmadı. Devlet, etkinliğe katılacak olan insanların güvenliğini sağlamak bir yana, katliamın hemen öncesinde kolluk kuvvetlerinin önemli bir kısmını başka ilçelere gönderdi. Bugün en haklı taleplerini dile getirmek isteyen emekçilerin karşısına anında dikiliveren asker ve polis otelin ateşe verilmesine müdahale etmedi, 8 saat boyunca olup biteni izledi. İtfaiye araçları otelin önünde olmasına rağmen yangın söndürülmedi. Otelde mahsur kalanlar saatler sonra kurtarılırken, 35 kişi can çekişe çekişe yaşamını kaybetmişti. Binlerce insanın gözünün önünde gerçekleşen bu vahşet, ne yazık ki “dini duyguları aşağılanan bir grup insanın tepkisi” olarak sunuldu ve devletin katliamdaki rolü gizlendi.

Katliam sonrasında yaşananlar

Katliamın ardından ise dönemin devlet erkânı yaşamını kaybeden aydını ve sanatçıları zerrece umursamadan utanmaz açıklamalar yapacaklardı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiz” derken, Başbakan Tansu Çiller “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyerek 33 aydın ve sanatçının, iki işçinin katledilmesinin önemli olmadığını söylemeye çalışıyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise katledenleri aklama peşindeydi: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”[1] Sosyalistlere, Kürtlere ve demokratlara düşman olan, cezalar yağdıran dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral da aynı minvalde konuşacaktı. Asker-sivil bürokrasinin gözdesi bu kapıkulu savcı, “Olayda örgüt yok, tahrik var” diyerek etkinliğe katılanları ve Aziz Nesin’i suçladı. Bu şekilde açılan dava yıllarca sürdü, sorulan sorulara cevap aranmadı ve kimi sanıklar yıllarca bulunamadı. O sanıklardan kimileri evlenirken ve hatta askere giderken devlet her nasılsa onlara ulaşamıyordu! Binlerce insanı bir araya toplayan, otelin etrafını kuşatıp yakma emrini verenler araştırılmadı.

Katliam sonrasında gözaltına alınanlar hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açıldı. 1993’ten 16 Haziran 2000 yılına kadar mahkeme ile Yargıtay arasında gidip gelen davada 33 sanığa idam, 4 sanığa 20’şer yıl, bir sanığa 15 yıl, 9 sanığa 7 yıl, bir sanığa ise 5 yıl ağır hapis cezası verildi. İdam hükmü kaldırıldığı için cezalar müebbette çevrildi. 13 Mart 2012’de ana davadan dosyaları ayrılan 7 kişinin duruşması Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü ve mahkeme 2 sanığın ölmüş olması, diğer 5 sanık açısından ise zaman aşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verdi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Temmuz 2014’te zamanaşımı kararını onadı. Madımak Davası “İstiklal Mahkemeleri sonrasında tek bir davada çok sayıda idam cezasının verildiği ilk dava”, “suçlular fazlasıyla cezalandırıldılar” diyen AKP hükümeti ve yandaş medya, dava dosyasının düşürülmesini normalleştirmeye çalıştı. Davanın düşeceği zaten belliydi. Çünkü devlet artık bu defteri kapatmak ve gündemden düşürmek istiyordu. Dava kapatılırken AKP’nin iktidarda olduğuna, katillerin avukatlığını yapanların hükümette bakan ya da üst düzey yetkili olarak görev aldığına dikkat çekmek lazım! O gün mahkemenin kararını “vatana, millete hayırlı olsun” diyerek savunan Erdoğan, cezası “ağırlaştırılmış müebbet” hapse dönüştürülen ve “asli fail”olarak tanımlanan Hayrettin Gül’ün cezasını hastalık gerekçesiyle 6 Eylül 2023’te kaldırdı. Firar eden üç kişinin davasının 14 Eylül 2023’te zaman aşımından düşürülmesiyle Madımak Katliamı Davası tümden kapatılmış oldu.

Sermaye devletinin aklamaya çalıştığı tek katliam Sivas katliamı değil. “Terörist” olduğu iddia edilerek 13 kurşunla katledilen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın davasından tutalım da işçi sınıfı önderlerinden Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’in davasına kadar sermaye devleti sosyalistlerin, Kürt halkı temsilcilerinin ve işçi önderlerinin katliamına ilişkin sayısız davanın düşürülmesini sağlamıştır. Devlet nezdinde bu davalar düşebilir ama ezilenlerin, Alevilerin, örgütlü işçi sınıfının, sosyalistlerin ve Kürt halkının nezdinde bu davalar sorumlulardan hesap sorana kadar kapanmayacak!

[1] https://www.bbc.com/turkce/articles/cpv3zw02g7ro

İlgili yazılar