Soykırımcı İsrail’e Karşı Dünya Emekçilerinin Mücadelesi Umudu Büyütüyor
Gülhan Dildar, 13 Haziran 2024

İsrail katliamına karşı Müslüman coğrafyada sivil toplum tarafından örgütlenen güçlü bir ses yükselmezken, hemen her gün onlarca Batı kentinde on binlerin ve kimi zaman yüzbinlerin katılımıyla mitingler gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Bu ülkelerin köklü bir işçi sınıfı ve sosyalist hareket geleneğine sahip olmalarını bugünkü eylemlerde de görebiliriz. Neticede bu faktörler hak arama bilincinin, haksızlığa ve zulme karşı durma kültürünün gelişmesini sağlamaktadır. Ulusal dar sınırları aşıp “evrensel insan” olma bilinci kazanan emekçi kesimler savaşa ve şovenizme/ırkçılığa karşı çıkmakta; din, dil, ulus her türlü ayrımcılığa karşı durup hak ve özgürlükleri savunmakta, kısacası insanlığın ileri değerlerini temsil etmektedirler.

Siyonist İsrail devletinin sınır tanımadan sekiz aydır sürdürdüğü yıkıp yok etme savaşında şimdiye dek 37 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist güçler hem silah vererek hem de Birleşmiş Milletler dâhil diğer uluslararası kurumları işlemez kılarak İsrail soykırımının suç ortağı olurken, Çin’den Rusya’ya dünya devletleri bu soykırımı durdurmak için elle tutulur bir adım atmıyorlar. Buna karşılık insanlığın ilerici değerlerini savunan ve vicdanını temsil eden emekçiler, İsrail soykırımının durdurulması için her gün dünya meydanlarını doldurmaya devam ediyorlar.

İsrail’in sınır tanımaz saldırıları dünya emekçilerinin vicdanında yargılanmış ve Siyonist devlet meşruiyetini kaybetmiştir. Ağırlıklı olarak Batı ülkelerinde gerçekleştirilen kitle eylemlerinin her geçen gün çeşitlilik ve yaygınlık kazanması bunun somut kanıtıdır. İsrail’in başlattığı soykırım savaşı, Batılı medya tekelleri tarafından Hamas’ın sivillere saldırıları ön plana çıkartılarak meşrulaştırılmak istenmişti. İsrail’in “teröristlere operasyon” gerçekleştirdiği ileri sürülerek kitleler manipüle edildi; katliama her karşı çıkan “antisemitist” olmakla ve “terörizme destek” vermekle suçlanarak tepkisizleştirilmeye çalışıldı. İlk haftalarda emperyalist Batı medyası bunda başarılı da oldu. Uluslararası düzeyde tanınan birçok sanatçıya geri adım attırıldı. Fakat İsrail kıyım makinesinin sınır tanımaması bu dalgayı tersine çevirdi.

Yükselen öğrenci hareketi ve yayılan eylemler

İngiltere’de eylemlere katılmanın aynı zamanda insanlık onuru meselesi olduğunu vurgulayan bir genç, “Artık yeter dedik ve bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdik. Cezalandırılsak bile hala onurumuz var ve doğru olanı savunduğumuza inanıyoruz” diyor. Batılı ülkeler başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde insanlığını ve vicdanını kaybetmemiş gençler, kadınlar, işçiler-emekçiler İsrail’in yok edici devlet terörünü protesto ediyorlar. “Soykırımı durdurun!” çığlıklarını yükselterek, kendi hükümetlerine İsrail ile ilişkileri kesmeleri için basınç bindiriyorlar. Bu eylemlerin ABD ve Batılı emperyalist devletlerin baskısına, polis şiddetine, tutuklamalara, işten atılmalara, okul hayatının bitirilmesi tehditlerine, medya tekellerinin karartma ve karalamalarına rağmen büyümesi son derece anlamlıdır, önemlidir.

Nisan ayı ortasından itibaren savaş karşıtı hareket, üniversite öğrencilerinin “Gazze ile Dayanışma Kampı” eylemleriyle birlikte ivme kazandı ve yeni bir evreye girdi. ABD’de Columbia Üniversitesi’nde başlayan öğrenci eylemleri hızla Texas, Maryland, Güney California, California Berkeley, Pittsburgh Üniversitesi gibi yüzden fazla üniversiteye yayıldı. “Gazze’de Üniversite Kalmadı” yazılı pankart taşıyan öğrenciler, 90’dan fazla profesörün katledildiği Gazze’de üniversitelerin yerle bir edildiğini, çocukların, gençlerin eğitim haklarının ellerinden alındığını dünyaya duyuruyorlar. Evleri enkaza çevrilip derme çatma çadırlarda yaşamak zorunda bırakılan Filistinlilere uygulanan Siyonist savaş makinesinin zulmüne dikkat çekiyorlar. Üniversite yönetimlerini boykot ve işgallerle taleplerini kabul etmeye zorluyorlar. İsrail’in soykırımı durdurmasını isteyen öğrenciler, üniversite yönetimlerinden Gazze’de bir an önce ve süresiz ateşkes çağrılarına destek verilmesini ve İsrail kurumları ve şirketleriyle gerek ticari, gerekse akademik her türlü ilişkinin kesilmesini; benzer şekilde İsrail ordusuna silah ve benzeri ürünleri sağlayan Amerikan şirketleriyle de tüm ilişkilerin sonlandırılmasını talep ediyorlar. Ayrıca öğrenciler üniversitelerde ifade ve eylem özgürlüğü istiyorlar. Dayanışma eylemleri gerçekleştiren öğrenciler, aralarında profesörlerin de bulunduğu akademisyenler ve diğer üniversite çalışanları engellemelerle, polis şiddeti, gözaltılarla ve okuldan uzaklaştırılma tehditleriyle karşı karşıyalar. Öğrenciler bu baskı ve yasaklamalara son verilmesini,  savaş karşıtı açıklamaları ve eylemleri sebebiyle okuldan uzaklaştırılan öğrencilerin cezalarının kaldırılmasını, işlerine son verilen üniversite çalışanlarının işe geri alınmasını, kampüslerden kolluk kuvvetlerinin uzaklaştırılmasını talep ediyorlar.

Kampüs protestoları ABD sınırlarını aşarak kısa sürede neredeyse tüm Avrupa ülkelerine yayıldı, oradan dünyanın başka bölgelerine ulaştı. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Hollanda, Norveç, Avustralya, Kanada, Japonya, Mısır gibi pek çok ülkede hatta İsrail’de binlerce öğrenci ve aralarında akademisyenlerin de bulunduğu üniversite çalışanları her türlü baskı, şiddet ve medya karalamasına karşın Filistin halkının sesi oldu, olmaya da devam ediyorlar. Almanya örneğinde görüldüğü üzere, buldozerle dayanışma kampının dağıtılmasına, polisin azgın saldırılarına, tutuklamalara, işten ya da okuldan atma tehditlerine rağmen günlerdir eylemlerini kararlılıkla sürdürüyorlar. Öğrenciler ve akademisyenler, insanlığın vicdanı ve sesi oluyorlar.

İsrail katliamına karşı Müslüman coğrafyada sivil toplum tarafından örgütlenen güçlü bir ses yükselmezken, hemen her gün onlarca Batı kentinde on binlerin ve kimi zaman yüzbinlerin katılımıyla mitingler gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Bu durum, söz konusu ülkelerin sahip olduğu farklı toplumsal-tarihsel arka plana işaret ediyor. Bu ülkelerin tarihsel gelişiminde sivil toplumun oynadığı rolün etkisini, daha da önemlisi köklü bir işçi sınıfı ve sosyalist hareket geleneğine sahip olmalarını bugünkü eylemlerde de görebiliriz. Neticede bu faktörler hak arama bilincinin, haksızlığa ve zulme karşı durma kültürünün gelişmesini sağlamaktadır. Ulusal dar sınırları aşıp “evrensel insan” olma bilinci kazanan emekçi kesimler savaşa ve şovenizme/ırkçılığa karşı çıkmakta; din, dil, ulus her türlü ayrımcılığa karşı durup hak ve özgürlükleri savunmakta, kısacası insanlığın ileri değerlerini temsil etmektedirler.

Özel olarak Türkiye’ye odaklanırsak, farklı bir örnekle karşılaşırız. Asyatik/despotik üretim ilişkileriyle şekillenmiş bir siyasal toplumsal arka plana sahip Türkiye’de, 1950’lerden sonra gelişen işçi sınıfı ve sosyalist hareketin askeri faşist darbelerce ezilmesinin yıkıcı sonuçlarını her alanda hissediyor, yaşıyoruz. İşçi sınıfı hareketi güçlenecek, sosyalist hareket toparlanacak, hak arama bilinci ve kültürü toplumda filizlenip kök salacak koşullara ulaşamadan, Türkiye bu kez de Saray rejimi altına girmiştir. Sosyalist güçler zaman zaman birlikte İsrail protestoları gerçekleştirseler de, bu protestolar hem kitlesellik hem de toplumda yarattığı etki bakımından asla Batı ülkeleriyle kıyaslanamaz. Türkiye’de tek kitlesel İsrail protestosu Erdoğan öncülüğünde, devlet eliyle tepeden örgütlenmiştir. 2023’ün Ekim ayında örgütlenen bu devlet mitinginin ya da daha sonra benzeri girişimlerin amacı rejim tabanındaki gazı almak, tepkiyi dindirmektir. “İsrail protesto edilecekse onu da devlet olarak biz yaparız, sizin bir şey yapmanıza gerek yok” mesajı verilerek toplum tepkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Yeter ki toplum kendi başına inisiyatif alıp harekete geçmesin, seyirci kalsın! Rejim, kendi kontrolü dışında bağımsız gelişen İsrail protestolarını çoğu kez şiddetle boğmaya çalışıyor. AKP’li vekillerin ve rejimle bağlantılı kimselerin İsrail ile olan ticari ilişkilerini teşhir eden gençler polisin azgın saldırısına maruz kalmış, tutuklanmışlardır.

Polis şiddetine rağmen eylemler büyüyor

İsrail soykırımına karşı gelişen eylemler, “demokratik dünya”yı temsil etme iddiasındaki Batılı emperyalist devletlerin ne denli ikiyüzlü olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Tüm ülkelerde polis şiddetle protestoları ezmeye girişti. Fakat azgın polis şiddetine rağmen eylemler çok daha fazla yaygınlaşıp kitleselleşti. Pek çok üniversite yönetimi, her türlü baskıya rağmen öğrencilerin eylemlerini engelleyemeyince talepleri kabul etmek zorunda kaldı. Kimi üniversiteler ise öğrencilerin bir araya gelmesinin önüne geçmek için pandemideki gibi online eğitime geçti veya eğitim dönemini erkenden bitirdi, mezuniyet törenlerini iptal etti. Tüm bunlar burjuvazinin ve onun sözde bilimsel özde ise ideolojik aygıtları olan üniversitelerin eylemlere tahammülsüzlüğünü, korkusunu göstermektedir. Üniversiteler burjuva ideolojik aygıtlar olmanın ötesinde, silah sanayi ile de doğrudan ilişkileri olan birer ticarethanedir. ABD’deki eylemler, onlarca üniversitenin İsrailli veya ABD’li silah şirketleriyle olan ilişkilerini de açığa çıkartmıştır.

Aralarında akademisyenlerin, araştırma görevlilerinin, öğretmenlerin de bulunduğu üniversite çalışanlarının, öğrencilerin eylemlerine destek verdiğinin özellikle altını çizmek gerekiyor. California Üniversitesi öğretim görevlileri ve sendika üyelerinin bir kısmı “UCLA öğretim üyeleri ve çalışanları olarak öğrencilerimizin yanında duruyoruz” pankartıyla Filistin halkıyla dayanışma eylemlerine destek verdiler. California Üniversitesinde örgütlü UAW (United Auto Workers) sendikası üyesi üniversite çalışanları Mayıs ayı ortasında aldıkları grev kararı ile savaş karşıtı protestoları büyütmeye devam ediyorlar. UAW üyesi üniversite çalışanları, kampüslerde gerçekleştirdikleri yürüyüş ve mitinglerle, üniversite yönetimlerinden Gazze’deki savaştan çıkar sağlayan silah şirketleriyle yapılan anlaşmaların feshedilmesini istiyor, “Filistin’e özgürlük” çığlıklarını yükseltiyorlar. Ayrıca Filistin halkıyla dayanışma eylemlerine gerçekleştirilen polisin ve sağcı grupların saldırılarını protesto ediyor, ifade özgürlüğü istiyorlar.

Lisansüstü öğrencileri, akademisyenleri ve diğer üniversite çalışanlarını da bünyesinde barındıran 48 bin üyeli UAW sendikasının 4811 nolu şubesi, üniversite yönetiminin eylemlere katılanlara yönelik aldığı haksız tutuma son vermesini, öğrenci ve üniversite çalışanlarının aldıkları disiplin cezalarının kaldırılmasını, tutuklanan öğrencilerin, üniversite çalışanlarının serbest bırakılmasını talep ediyorlar. Grev kararı alınmasını tetikleyen ise özellikle Mayıs ayı başında kampüslerde kurulan Filistin halkıyla dayanışma çadır kamplarının polisin azgın saldırılarıyla dağıtılması, gözaltıları ve kampüslere aşırı sağcı grupların girmelerine izin verilerek eylem yapan öğrencilere şiddet uygulanması oldu. Üniversite yönetimi ise grevin, sendikal eylem kapsamını aştığını, illegal olduğunu iddia ediyor, burjuva medya aygıtları ise karalama kampanyası yürütüyor.

California Üniversitesinde on ayrı kampüste örgütlü olan UAW, tüm kampüslerde eş zamanlı olarak grevi başlatmak yerine belirlenmiş olan kampüslerde 30 Hazirana kadar farklı tarihlerde greve çıkmayı planlamış durumda. İlk olarak 20 Mayısta Santa Cruz kampüsünde, 2000 civarında üniversite çalışanı greve çıktı. 28 Mayısta ise UCLA’da (University of California, Los Angeles) 6400 ve UC Davis kampüsünde ise 5700 üniversite çalışanı greve gitti. Haziran ayının ilk haftasında ise UC San Diego, UC Santa Barbara ve UC Irvine kampüslerinin de greve katılmasıyla birlikte toplamda 31 binin üzerinde UAW bünyesindeki üniversite çalışanı iş bırakmış oldu. Vietnam Savaşına karşı gerçekleştirilen işçi eylemlerinin ve grevlerin örgütlenmesinde de rol alan UAW sendikası öncülüğünde bugün kampüslerde devam eden bu grevin ücret artışı, çalışma koşullarının düzeltilmesi gibi ekonomik taleplerin ötesinde savaş karşıtı politik bir nitelik taşıması ayrıca önemlidir.

Son olarak 8-9 Haziranda ABD’de Beyaz Saray çevresinde, İngiltere’nin başkenti Londra’da, İspanya kenti olan Bilbao’da, Hollanda Rotterdam’da, Almanya’nın başkenti Berlin’de, Fransa’da ve daha pek çok yerde merkezi ve yerel kitlesel eylemlerle İsrail’in saldırıları protesto edildi. Berlin’de kent merkezine yürüyen binlerce eylemci “İsrail çocukları öldürüyor”, “İsrail terör devleti”, “Ateşkes şimdi”, “Almanya finanse ediyor, İsrail bombalıyor” sloganlarıyla öfkelerini dile getirdiler, savaşı durdurma çağrıları yaptılar. İsrail’in Gazze’deki Nusayrat Mülteci Kampı’na düzenlediği saldırıyı kınayan eylemciler, üzerlerinde “Kırmızı çizginiz nerde”, “Soykırımı durdurun”, “Açlığı silah olarak kullanmak savaş suçudur”, “İsrail çocukları öldürdüğü için BM tarafından kara listeye alındı”, “Gazze’deki soykırım hepimizi etkiliyor” yazılı döviz ve pankartlar taşıdılar. Almanya’da eylemlere katılanların taşıdıkları döviz ve pankartlarda yazdıkları dünya emekçilerinin ortak arzularını, öfkelerini yansıtmaktadır. Keza ABD’li emekçiler de kırmızı giyinerek Beyaz Saray çevresinde kitlesel protesto eylemi gerçekleştirdiler ve egemenlerin İsrail’i korumak için icat ettikleri “kırmızı çizgi”lerin çoktan aşıldığını dile getirdiler.

Üniversitelerin bir kısmında eylemler sonlanırken bir kısmında devam ediyor, bir kısmında ise yeniden başlıyor. Burjuvazi, gençlerin eylemlerinin “insani duygular”ın ötesine geçip kapitalizme karşı politik bir başkaldırıya dönüşmesinden korkuyor. Haksız da değil! Çünkü kapitalist sistemin içine girdiği kriz derinleşirken, dünya genelinde olduğu gibi Batı’da da genç nüfusta işsizlik artıyor, gelecek kaygısı büyüyor. Tarihte ilk kez, eğitimli genç kuşaklar kitleler halinde üretim sürecinin dışına itilmiş, depresyon küresel ve yaygın bir boyut kazanmıştır. Kapitalizmin yarattığı korkunç boyutlardaki eşitsizlik, adaletsizlik toplumun tüm kesimleri tarafından çok daha fazla hissediliyor. Bu sorunları yaratan çürümüş sistem daha fazla sorgulanmaya başlanıyor, kapitalizm dışında “başka bir yol olmalı” duygusu daha fazla genci etkiliyor. Örneğin ABD’de yapılan bir ankete göre, 18-29 yaş arası gençlerin yalnızca yüzde 40’ı kapitalizme karşı olumlu bir tutum sergiliyor ve daha büyük bir oranda genç, sosyalizme karşı olumlu bir yaklaşım sunuyor.[*]

Toplumda eşitlik ve adalet duygusunun her geçen gün biraz daha aşındığı; özgürlüklerin kısıtlanıp baskının arttığı, toplumun nefessiz bırakıldığı koşullarda Filistin halkına uygulanan vahşet artık tahammül sınırlarını aşmakta ve beraberinde kitlesel eylemleri getirmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinde gerçekleştirilen bu eylemler, başta gençler olmak üzere toplumun belirli bir kesimini daha fazla politikleştiriyor. ABD üniversitelerinde başlayan ve diğer ülkelere yayılan öğrenci eylemlerinin Vietnam protestolarını hatırlatıyor oluşu bile burjuvazinin yüreğindeki korkuyu büyütmeye yetmektedir.

Medya karatması ve egemenlerin ikiyüzlülüğü

İsrail işlediği insanlık suçunu “teröristlerle” savaştığı yalanıyla meşrulaştırmaya çalışırken, Batılı burjuva medya tekelleri de Siyonist devletin katliamlarının üzerini örtmek için korkunç bir ideolojik savaş yürütüyorlar. Akıl almaz karalama, çarpıtma yöntemleriyle gerçekler ters yüz ediliyor. Medya savaşıyla gerçekler öldürülmek isteniyor. Sadece ateşkes istediğini dile getirdiğini ifade eden dünyaca ünlü sanatçılar, edebiyatçılar, bilim insanları bile hedef tahtasına konuldu, Yahudi düşmanlığı ile suçlandılar. Aralarında azımsanmayacak kadar Yahudi öğrenci ve üniversite çalışanlarının da olduğu savaş ve Siyonizm karşıtı eylemciler, “Yahudi düşmanı, antisemitist” olarak yaftalanıyor. Öyle ki soykırımcı İsrail devletini protesto eden öğrencilerin eylemleriyle Nazilerin Yahudi öğrencilere yönelik saldırıları bir tutuluyor.

Mesela faşist/soykırımcı Netanyahu, öğrenci eylemlerinin “1930’larda Alman üniversitelerinde olanlara benzediğini” söyleyecek kadar ileri gitti, ABD hükümetine protestoları bir an önce durdurma çağrısı yaptı. “Amerika’nın üniversite kampüslerinde yaşananlar korkunç. Antisemitik çeteler prestijli üniversiteleri ele geçirdiler. İsrail’in yok edilmesi çağrısında bulunuyorlar, Yahudi öğrencilere saldırıyorlar” diyen Netanyahu, pervasızlıkta sınır tanımıyor. Demokrat Partili Başkan Joe Biden ise “Son günlerde bile Yahudilere yönelik taciz ve şiddet çağrılarını görüyoruz. Bu bariz antisemitizm tehlikelidir, kınanmalıdır ve üniversite kampüslerinde ya da ülkemizin hiçbir yerinde kesinlikle yeri yoktur” diyerek Netanyahu’nun çağrısına kulak veriyor, kolluk güçlerini harekete geçiriyor. Biden’ın bu açıklamaları burjuva siyasetçilerin, utanmazlıkta ve ikiyüzlülükte sınır tanımadığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Filistin halkının meşru müdafaa hakkı söz konusu olduğunda “terör eylemleri”, Filistinli gruplar ise “terörist örgütler” olarak yaftalanıyor. Siyonist devletin soykırımına karşı çıkıp Filistin halkıyla dayanışma gösterenler ise “Yahudi düşmanı” ilan ediliyor. Benzer ikiyüzlü tutum Ukrayna-Rusya savaşı üzerinden de sergilenmektedir. Burjuva Batı medyası Rus emekçileri, aydınları, tarihe mal olmuş edebiyatçıları, sanatçıları ayırmaksızın topyekûn Putin yanlısı ilan edip korkunç bir karalama kampanyası başlatmıştı. Rusya’nın Ukrayna’yı nasıl yıktığını gece gündüz anlatan Batı medyası, Siyonist devletin Gazze’yi tam anlamıyla bir enkaz yığınına çevirmesini “İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak savunabiliyor. Oysa devrimci Marksistlerin gözünde her iki savaş da haksız ve gericidir; İsrail’in soykırımına da, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü emperyalist savaşa da, NATO/ABD’nin Rusya’yı kuşatmasına da karşıyız.

Eşi benzeri görülmedik medya karartmasına, manipülasyonlarına, devletin zor gücünü devreye sokmasına rağmen Filistin halkıyla dayanışma küresel ölçekte büyüyor. İsrail yanlısı propagandanın en yaygın ve güçlü olduğu ABD’de bile kamuoyu yoklamaları toplumun yarısından fazlasının İsrail’in çok ileri gittiğini düşündüğünü gösteriyor. Savaş karşıtı eylemlere gençlerin ve emekçilerin duyarlı kesimlerinin katılımının artması bu tespiti doğruluyor. Çok açık ki İsrail soykırımı duracaksa, bu, dünya emekçilerinin yaygınlaşan protestoları, emperyalist ve kapitalist devletlerin yönetimine bindirdikleri basınç sayesinde olacak!

Emperyalist Kapışmadan Filistin Halkının Payına Düşen: Soykırım!

[*] https://www.finansgundem.com/haber/genc-amerikalilar-kapitalizme-supheyle-yaklasiyor/1795123

İlgili yazılar