Gerici, Cinsiyetçi Politikalar Kadına Şiddeti Tırmandırıyor
Gülhan Dildar, 23 Aralık 2016

Gün geçmiyor ki, kadına şiddet vakalarına bir yenisi daha eklenmesin. Üstelik kadınları akıl almaz bir biçimde, vahşice katleden, şiddet uygulayan, tecavüz eden zanlılar, içinden geçtiğimiz gerici atmosfere uygun bir biçimde gerekçeler üreterek kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Adana ve Diyarbakır’da yaşanan iki vaka, savaş ve gerici siyasal atmosferin kadın sorununa nasıl yansıdığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Adana’da Songül Elçil adında genç bir kadını canice paramparça ederek katleden katil zanlısı, kadının PKK’li olduğunu ileri sürerek, gerçekleştirdiği vahşeti milliyetçi-şoven atmosferden aldığı güçle meşrulaştırmaya çalıştı. “Bana «İki üç yıl dağda kaldım, PKK size az bile yapıyor. Biz eninde sonunda Kürdistan’ı kuracağız» dedi. Çok sinirlendim, öfkelendim. Kavga çıktı. Kavgada kendimi kaybedip elimle boğdum. Artık titremeye başladığında bırakıp çekiçle kafasına vurarak öldürdüm. Daha sonra da saçlarından tutarak kadını tuvalete götürdüm. Tuvalette bıçak ve çekiçle önce kafasını gövdesinden ayırdım. Kollarını, daha sonra bacaklarını gövdesinden ayırdım. Kadını altı parçaya ayırdıktan sonra kollarını ve kafasını bir çuvala, gövdesini bir çuvala, bacaklarını da bir çuvala koyup üç ayrı çöpe attım.” İşte, insanın kanını donduran bu vahşet, pişkince anlatılabiliyor.

2015 Nisanında, Diyarbakır’da bir kamyon şoförü, Z.E. adlı iki çocuklu bir kadını, bıçakla tehdit etmiş, tokatlayarak darp etmiş ve tecavüz etmişti. Sanık, bu vakada da benzer şekilde tecavüz ve şiddet suçunun üzerini “kutsal bayrak”la örtmeye çalıştı. Geçtiğimiz günlerde son duruşması olan sanık, tecavüz suçunu reddederek, para karşılığında cinsel ilişkide bulunduğunu ileri sürmüş ve kendisini şu şekilde savunmuştu: “İlişkiden sonra araç içerisinde şehit olan arkadaşımın bıraktığı Türk bayrağını parçalayınca kendisine tokat attım ve kamyondan indirdim. Bundan dolayı bana iftira atmış olabilir.” Sonuçta, “bayrak”, “vatan” söylemlerinin ardına gizlenerek gerçekleştirilen bu “milliyetçi” savunmalar, cinayetleri meşrulaştırma çabasının aracı olarak kullanılıyor.

Kadına şiddet, tecavüz ve cinayetlerle sınırlı kalmıyor. Kadının giyimine, gülüşüne müdahale etmekten spor yapmasına engel olmaya varıncaya kadar çeşitli boyutlarda baskı ve şiddet artarak devam ediyor. İstanbul’da bir kadının şort giydiği için otobüste tacize uğraması ve ardından tekmelenmesi hafızalarda henüz tazeyken, benzer bir şiddet vakası daha Manisa’da gerçekleşti. Bu kez hamile bir kadın parkta spor yaptığı için darp edildi. Hamile bir kadına güpegündüz “Bir daha burada yürüyüp spor yapmayacaksın” tehditlerinde bulunularak rahatlıkla saldırılması, münferit bir vaka ya da saldırganın ruh sağlığının problemli olmasına indirgenemez. Bugün başbakan Binali Yıldırım’ın ağzından şort giydiği için kadını tekmeleyen saldırgana dair şiddetli bir kınama ve cezalandırma yerine “mırıldanabilirsin” lafları çıkıyor. Devletin tepesindekilerin ağzından bu tip sözcükler döküldükten sonra, geri bilinç düzeyindeki taban da “toplumsal yapımıza aykırı” gibi saiklerle, sokağa çıkan, spor yapan kadına tekme de atar, hatta katledebilir de!

Kadına şiddet öylesine vahim boyutlarda ki, kadın cinayetlerinin haberlere yansımadığı gün yok neredeyse. Sadece Aralık ayının ilk iki haftasında en az 10 kadın cinayeti işlendi. Bu rakamları sadece basına yansıyan kısmıyla biliyoruz. Çünkü “kadına şiddete sıfır tolerans” gibi büyük bir iddiada bulunan AKP iktidarının Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Emniyet de dâhil olmak üzere hiçbir devlet kurumu katledilen ve şiddete uğrayan kadınlarla ilgili istatistiksel bir açıklamada bulunmamaktadır. Kadını, erkeğin yanında ikincil bir pozisyona iten ve umursamayan AKP iktidarı, ya gerçekleşen olayları kayıt altına almamaktadır, ya da kendi döneminde çarpıcı bir şekilde yükselen kadın cinayetleri ve şiddetinin üzerini örtmek amacıyla verileri gizlemektedir. Çeşitli kadın platformlarının derlediği verilere göre 2015 yılında katledilen kadınların sayısı, 303 ile 413 arasında değişmektedir. 2016 yılının ilk on ayında ise 272 kadın katledildi. Bu kadınların büyük bir çoğunluğu devletin ilgili kurumlarından koruma desteği aldıkları halde kocaları, ayrıldıkları kocaları, sevgilileri, akrabaları tarafından katledilmişlerdir. Yani üzerinde yaşadığımız topraklarda kadın cinayetlerinin neredeyse tamamı cinsiyet temellidir; kadınlar erkekler tarafından ve salt kadın olmalarından doğan gerekçelerle öldürülmektedirler. Hâl ve hareketleri, kahkahaları, kıyafetleri, saçları, makyajları bir kadının şiddete maruz kalması, tecavüze uğraması, hatta katledilmesi için gerekçe olabilmektedir.

AKP’nin gerici, ataerkil zihniyeti kadına şiddeti körüklüyor

Peki nasıl bu kadar aleni bir şekilde bu cinayetler, saldırılar artarak gerçekleştirilebiliyor ve büyük bir pişkinlikle savunulabiliyor? Şüpheye hiç mahal vermeden açık bir biçimde AKP-Erdoğan iktidarının gerici politikaları ve toplumu getirdikleri noktanın kadın sorununa yansımalarını ortaya koymadan geçemeyiz. Ancak kadın sorunu tek başına AKP hükümetinin gerici, muhafazakâr politikalarından kaynaklanmamaktadır ve Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Elbette ki kadın sorunu, sınıflı toplum olgusundan ve özelde kapitalist çürümeden bağımsız düşünülemez. Bugün Avrupa’da olduğu gibi en gelişkin kapitalist ülkelerde dahi kadın sorunu varolmaya devam etmektedir. Ancak Türkiye gibi Asyatik geçmişli bir toplumda kadına yönelik ayrımcı politikalar ve kadın sorunu çok daha derin boyutlardadır. Türkiye’de kapitalist ekonomi hızla gelişmesine rağmen, AKP öncesi de dâhil olmak üzere hükümetler cinsiyetçi politikaların ortadan kaldırılması için yeterli çaba sarf etmemişler ve kadın ve erkeğin geleneksel ataerkil toplumsal pozisyonlarını korumaya çalışmışlardır. Üstelik AKP yöneticileri pek çok kez “fıtrat” söylemleriyle kadını, erkeğe tâbi ikincil pozisyonda ve “kutsal annelik” görevinden ibaret bir varlık olarak ifade etmişlerdir. Kadının hamileyken sokağa çıkmasının, sokakta kahkahalarla gülmesinin ayıplandığı, sadece eşi için süslenebileceği gibi kadını bağımsız bir birey olarak yok sayan açıklamaları hatırlardadır. Bu ataerkil zihniyet AKP’li siyasetçiler tarafından dinsel kisveye de büründürülerek çeşitli vesilelerle dışa vuruluyor ve toplum bu temelde yönlendirilmeye çalışılıyor.

Devletin tepesindekiler bu ataerkil, geri bilinçaltlarını dışa vurdukça, geri zihniyetteki taban da buradan güç almakta ve tecavüz, taciz dâhil her türlü kadına şiddeti, baskıyı kendine hak görebilmektedir. Kendini üstün gören erkek, bağımsız bir birey olarak kendi kararlarını almak isteyen kadına (örneğin boşanma hakkını kullanmak istediği için) “söz dinlemediği” gerekçesiyle şiddet uygulamayı doğal ve meşru olarak görebilmektedir. AKP, kadın erkek ilişkilerinin bozulmasından, daha doğrusu artan boşanma oranlarından da şikâyetçidir. Çünkü onlara göre kadın, her türlü baskıya maruz kalsa da, haksızlığa da uğrasa kocasının sözünden çıkmamalı ve erkeğe tâbi olmalıdır! Örneğin “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi” amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, HDP ve CHP milletvekillerinin muhalefet şerhi koyduğu bir rapor hazırlayarak geçtiğimiz Mayıs ayında Meclis’e sunmuştu. Raporda, aile yaşamı, kadına dönük şiddet, toplum içinde bireylerin mutluluğu gibi konular yer alsa da, AKP iktidarı için çözülmesi gereken “temel” mesele artan boşanma oranlarıydı. Ancak AKP, boşanma oranlarının artışının nedenlerini derinlemesine incelemek ve ortaya koymak yerine çözümü muhafazakâr aile değerlerini güçlendirmekte görüyor. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığına özel bir rol biçiliyor, Aile ve Dini Rehberlik Bürolarının yaygınlaştırılması ve çiftlerin buralara daha fazla yönlendirilmesi hedefleniyor. Çiftlere danışmanlık yapacak ve boşanmalarının önüne geçmeye çalışacak olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı görevlilerin hangi zihniyetin eğitiminden geçtiği ve kadına bakış açıları ise ortadadır. Toplumun dini inançlarını, tarihi sınıflı toplumlar kadar köklü olan kadın sorununun üzerini örtmek için kullanmaktan geri durmamaktadırlar. Bu zihniyete göre, kadınların ev içi mahrem hayatlardan çıkıp dışarıda sosyal yaşama karışmaları onları ahlâksızlığa sürüklemektedir. Kadının evde kocasının koşulsuz hizmetkârı, çocuklarının bakıcısı olarak varlığını sürdürmesi, kocasının isteklerine boyun eğmesi, kocasından izinsiz çalışmaması, dışarı çıkmaması gibi “fıtratına uygun” bir biçimde davranması durumunda çiftler arasındaki anlaşmazlıklar minimum seviyeye inecektir. Yok, eğer fıtratına ters bir düşünce olan erkekle eşit olduğu vehmine kapılıp “tanrısal buyruğa” karşı gelerek kocasından bağımsız bir birey olarak kararlar almaya ve uygulamaya başlarsa toplumsal yaşamda huzur kalmaz! İşte bu düşüncelerin esiri olmaları ve hak aramanın, erkekle eşit, bağımsız bir birey olarak davranmanın en büyük günahlardan biri olduğunu kabul etmeleri için, kadınlar Diyanet İşleri Başkanlığı kurumlarına yönlendirilmek ve küçük yaşlardan itibaren yoğun bir din eğitimine tâbi tutulmak istenmektedir.

Böylece çiftler mahkemelere, karakollara yük olacaklarına Diyanet bürolarına yönlendirilerek sorunların üzeri kapatılmış olacak. Hem içerisinden geçtiğimiz siyasal gericilik döneminde kadın sorunu gibi “gereksiz, tâli” sorunlarla devletin polisi, mahkemesi uğraşmamış olacak, hem de sorunlar gözlerden ırak edilmiş olacak. Bir taşla birden fazla kuş hedefleniyor. Kadını erkeğin şiddetine teslim eden, çocuğun tecavüzcüsüyle evlendirilmesini meşrulaştırarak çocuk tecavüzlerinin yolunu açan, kadını boşanmaya kalktığında ortada bırakıp muhtaç hale düşüren, bu duruma düşmek istemeyen kadını boşanmaktan caydırmaya çalışan gerici AKP zihniyeti, sorunların üzerini istediği kadar dini inançları kullanarak örtmeye çalışsın artık mızrak çuvala sığmamaktadır. İşsizlik, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, sosyal yaşamların kalmaması, maddi ve manevi yetersizlikler, tatminsizlikler insanların ruh sağlığını bozuyor. Bu nesnel zemin kadın-erkek ilişkilerinin bozulmasını ve şiddet oranlarının artışını beraberinde getiriyor. Bununla beraber kapitalist gelişme, hızlı kentleşme, artan proleterleşme, iletişim, eğitim ve kadın mücadeleleri sonucu, kadınlar artık genel olarak ataerkil dayatmalar karşısında eskiye göre daha az itaatkâr, daha az kabullenici hale geliyorlar. Bu da zorla sürdürülmeye çalışılan mutsuz evlilikleri sonlandırma konusunda onları daha güvenli ve cesur yapıyor. Ancak bu değişimi hazmedemeyen ve kadının hayatına dair bağımsız karar almasını kabullenmeyen geri bilinç düzeyindeki erkekler tarafından gerçekleştirilen kadın katliamları devam ediyor.

Özetleyecek olursak, kadını tüm günahların ve suçların kaynağı, şeytanî bir varlık olarak gören ve bu algıyı topluma benimsetmeye çalışan siyasi iktidar, can yakıcı bir sorun olarak orta yerde duran kadın sorununu yok saymakla kalmıyor, kadına yönelik şiddeti resmen meşrulaştırıyor, teşvikte bulunuyor. Kadına şiddete “algıda seçicilik” diyen zihniyet için, içinden geçtiğimiz savaş ve kriz ortamı sorunların üzerinin örtülmesi bakımından adeta bulunmaz bir Hint kumaşı. Yaşanan çatışmalı ortamda katledilen, tecavüze uğrayan kadınların çığlığı duyulmuyor, gündem haline gelemiyor. Zaten böylesi gerici dönemlerde kadına şiddet artmıştır. Ne de olsa işlenen kadın cinayetlerinin, tacizin, tecavüzün hesabını soran yok! Mevcut yasalar, kadına şiddet uygulayan, hatta katleden erkeği, haksız tahrikten, iyi halden, pişmanlıktan ceza indirimleriyle neredeyse ödüllendiriyor. Bir de kadına “terörist” yaftası yapıştırdın mı, paçayı kurtarmak daha kolay!

Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, tacizin ve tecavüzün önüne geçebilme mücadelesine bugünkü koşullarda başta devletin-AKP iktidarının kadına yönelik gerici zihniyetini ve politikalarını teşhir etmek ve emekçi kadınları güncel politik mücadele hattının bir parçası haline getirmekle başlayabiliriz. Örneğin cinsel istismar tasarısı gündeme geldiğinde pek çok kadın örgütünün, sosyalistlerin, sendikaların devreye girmesiyle kitlelerin ortaya koyduğu tepkiler üzerine hükümetin geri adım atması önemlidir. Ancak AKP iktidarının son bulmasıyla kadın sorunu son bulmayacaktır. Bugün adına kapitalizm dediğimiz, toplumun sınıflara bölündüğü ve cinsiyet ayrımcılığının var olduğu ataerkil düzen yıkılmadıkça kadın sorunu çözülmeyecektir. Kadınların kurtuluşu, sevginin, cinselliğin bir meta haline getirildiği kapitalist düzenin yıkılmasına ve toplumda köklü değişimlerin, dönüşümlerin gerçekleşmesine bağlıdır. Kadınlar toplumsal özgürlük mücadelesi içinde daha geniş bir şekilde yer aldıkça, toplum kadınıyla erkeğiyle daha hızlı bir dönüşüm geçirecektir. Kadınlar mücadeleye katılmadan kadının da erkeğin de zincirlerinden kurtulması, gerçek anlamda özgürleşmesi mümkün değildir!

İlgili yazılar