“Çin’e Özgü Sosyalizm” mi, Emperyalist Çin mi?
Gülhan Dildar, 3 Kasım 2017

Yaklaşık 90 milyon üyesiyle dünyanın en büyük partisi konumunda olan Çin Komünist Partisi 18-25 Ekim tarihleri arasında 19. Kongresini gerçekleştirdi. ÇKP beş yılda bir gerçekleştirdiği kongre ile parti yönetiminde yer alacak unsurları belirliyor. Tek parti diktatörlüğünün hüküm sürdüğü Çin’de parti yönetiminin belirlenmesi demek devletin üst yönetiminde rol alacak kadroların da belirlenmesi anlamını taşıyor. 19. Kongrede ÇKP Merkez Komitesinin 205 üyesi seçildi. 25 Ekimde ilk toplantısını gerçekleştiren Merkez Komite, 2022’ye kadar görev yapacak olan 25 kişilik “Politbüro”yu ve bu 25 kişi arasından 7 kişilik “Politbüro Daimi Komitesi”ni seçti. Ve beklendiği üzere Şi Jinping ikinci kez ÇKP Genel Sekreteri olarak belirlendi. ÇKP’nin en üst yönetim organı olan Politbüro Daimi Komitesi (PDK), aynı zamanda ülkenin de en üst yönetim/yürütme organını oluşturuyor. Dolayısıyla 2018 başlarında toplanacak olan ve devlet organlarının, hükümetin yenileneceği Ulusal Halk Kongresinin sonucunda Şi Jinping’in devlet başkanlığı görevine beş yıl daha devam edeceği kesindir.

1970’lerde politik yaşama atılmış ve kapitalist restorasyoncu bir atmosferde yetişip şekillenen liderliğin başında yer alan Şi Jinping, bu yılki kongreye “çığır açıcı öğretisiyle” damgasını bastı ve Mao Zedung dışında, hayattayken adı tüzüğe giren ilk Çinli lider oldu. Dünyanın her yerinden burjuva medyanın yoğun ilgiyle takip ettiği 19. Kongrede Şi üç buçuk saatlik bir açılış konuşması yaptı. Bu uzun konuşmanın uzunca bir de adı vardı: “Orta Halli Müreffeh Bir Toplumun Her Yönden Kesin Zaferi ve Yeni Bir Çağda Çin’e Özgü Sosyalizmin Büyük Başarımı İçin…” Çin’in resmi haber ajansı Şinhua, Şi’nin konuşmasını “Çin Komünist Partisi, Şi Jinping’in öğretisiyle, yeni çağda, Çin karakterinde bir sosyalizm yaratıyor” şeklinde sanki Çin’de işçiler, köylüler lehine büyük bir değişim, yeni bir çağ açılıyormuşçasına duyurdu. Şi’nin kongre konuşması, bir çocuk kanalı haricinde ülkenin tüm kanallarında canlı olarak yayınlandı. ÇKP’nin üst düzey yetkililerinden biri olan Yu Zengşeng de Şi’nin öğretisinin “Marksizm düşüncesinin Çin’e adaptasyonunda son kazanım” olduğunu büyük bir ikiyüzlülükle ilan etti! Batı medyasına kongre konuşması “kabaran ideolojik güven” olarak yansıdı.

ÇKP burjuva-bürokratları ve onun güdümündeki Çin medyası ideolojik saldırılarda atağa geçmiş durumda. İşçilerin sersefil çalışma ve yaşam koşullarının, dizginsiz sömürünün üzeri “Çin’e özgü sosyalizm” şalıyla örtülerek emperyalist ataklara hazırlık yapılıyor. Gerek Çin gerekse Batı, medya aracılığıyla ve farklı yönlerden yürütülen kirli ideolojik saldırılarla emekçi kitlelerin bilincini bulandırıyor. Özellikle Batı burjuvazisi Çin’deki koşulları ve Çin’in tek parti diktatörlüğü altında dillendirdiği “sosyalist” söylemlerini servis ederek sosyalizmi, Marksizmi sinsi bir biçimde karalamaya çalışıyor. Oysa Batı burjuvazisi de bal gibi Çin’de sosyalizmin “s”sinin dahi olmadığını biliyor. Aksine Çin’in artık dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve emperyalist bir güç olarak kıran kırana bir hegemonya yarışı içine girdiği açıktır. Çin egemenleri, bu kapışmada başarılı olabilmek için de içeride kitleleri “sosyalizm” söylemleriyle oyalamaya ve son yıllarda artan tepkileri engellemeye çalışıyorlar.

Çin usulü “sosyalizm”

Şi’nin konuşmasının başlığından da anlaşılacağı üzere kongrede “Çin’e özgü sosyalizm” ve yeni dönemde Çin’in dünya siyasetinde daha etkin rol alacağı vurgusu yapılırken Çin’in “Bir Yol Bir Kuşak Projesi” gibi geleceğe dair emperyalist arzu ve hedefleri öne çıkartıldı. Şi, “Çin’e özgü sosyalizm” modeli ile ülkenin hızlı bir büyüme kaydederek diğer ülkelere yeni bir seçeneğin olduğunu gösterdiği vurgusunu yaparken; Çin’de ÇKP’ye yakın medya organları da Batı demokrasilerindeki kriz ve kaosun aksine Çin’in gücünü ve birliğini koruduğunu öne çıkarttılar. Bu söylemlerle Çinli egemenler, çizdikleri güçlü yönetim, güçlü lider imajlarıyla dünyanın diğer ülkelerine kendi tek parti diktatörlüklerini örnek alabileceklerini salık veriyor ve ideolojik bir etkide bulunmaya çalışıyorlar.

Kongrede “sosyalist modernizasyon” planını açıklayan Şi, bu planı Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılına (2049) kadar yaymaktadır. Şi’nin planına göre ÇKP, 2020-2035 yılları arasında sosyalist modernizasyonun ilk aşamasını hayata geçirecek, sonraki 15 yıllık dönemde ise Çin’de “müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak ilerlemiş, ahenkli/uyumlu bir modern sosyalist toplum inşa edilmiş olacaktır.

Dünyanın atölyesi konumundaki Çin işçi sınıfının içler acısı hali ortadayken Şi Jinping şöyle diyordu: “Çin ulusu ayağa kalktı, zenginleşti, güçlendi ve şimdi bu yenilenmenin getirdiği harika olanakları kucaklıyor. Önümüzdeki dönem Çin’in daha çok ön plana çıktığı ve insanlığa daha çok katkı yaptığı bir dönem olacak.” Aslında Çin burjuvazisinin yeni dönemde dünya politikasında daha etkin rol oynayacağının ve yeni emperyalist ataklara girişeceğinin sinyalleri veriliyor. Bugüne kadar ABD’nin “insanlığa katkı”, “demokrasi ve özgürlük” için dünya halklarının başına ne belâlar açtığı ortadayken, Çin’in “insanlığa sunacağı katkılarla” beraber emperyalist savaşın daha da kızışması kaçınılmazdır. Çin burjuvazisi, tüm bu söylemlerle Çin emekçilerinin egolarını şişirerek, manipüle ederek kendi arkasına almaya çalışıyor. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmakla övünen Çin burjuvazisi, ekonomide ulaştığı güce eşdeğer oranda dünya siyasetinde (örneğin ABD’nin Irak’a müdahalesi, Suriye, Libya vb. olaylarda) rol almadığı için hayıflanmaktadır: “Dünyadaki problemler hiçbir ulus tarafından tek başına çözülemez. Ama biz bu zamana kadar bu problemlerin çözümünde daha az rol oynadık, bundan sonra dünya siyaset sahnesinin merkezinde yer alacağız.” Bu sözlerden, sürecin daha da kızışacağını çıkartabiliriz. Özellikle Asya-Pasifik hattında sular ısınıyor. Çin, Güney Doğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) ülkeleri ile Güney Çin Denizindeki anlaşmazlık konusunda ABD’nin taraf olmamasını istiyor ki bu da Çin’i ABD ile karşı karşıya getiriyor. Emperyalist piramidin tepesine oturmak için ABD ile yarışan Çin, başarıya ulaşmak için tek başına ekonomik başarının yetmediğini, ideolojik, kültürel ve askeri alanda da atılım içerisinde olacağını dillendiriyor. İdeolojik ve kültürel alanda etkide bulunmak istediği ülkelerde medya ve yayın faaliyetlerine başlamak gibi hedefleri söz konusudur ki örneğin Türkiye’de bu faaliyetlerine başlamıştır.

“Çin rüyası”

Şi, kongre konuşması sırasında bolca “Çin rüyası” kavramını kullanarak bir yandan ideolojik olarak ülke içinde ve dışında yönetim biçimini çekim merkezi haline getirmeye çalışmaktadır, öte yandan ise emperyalist arzularını açığa vurmaktadır. Amerika’yla “rüya” yarıştıran Çin, kendi modelini de “eşitlikçi toplum” ve ekonomik ilerlemenin kaynağı olarak diğer ülkelere sunarak “siz de bu alternatif yönetimle ilerleyebilirsiniz” demektedir. Şi, konuşmasında “Çin rüyası”nı açıklamaya, “Çin’i dünyanın en büyük uluslarından biri mertebesine çıkaran şahane uygarlığına ve insanlığa fevkalâde katkılar yaptığı 5000 yıllık tarihine” referanslar vererek başlıyor. Şi’ye göre bu şanlı geçmiş, 19. yüzyılda dış saldırılar sonucu yok edilmiş ve Çin halkı kargaşa, yoksulluk, umutsuzluk, yıkımlara mahkûm kılınmıştır. Şimdi Çin’i yeniden dünya ülkelerinin zirvesine çıkarma zamanıdır! Şi’nin söylemleri, ne kadar tanıdık değil mi? Hegemonya krizinin içerisinde debelenen ve emperyalist piramitteki birinciliği kaybetmek istemeyen ABD’de Trump’ın “yeniden büyük ülke olacağız” türü söylemleriyle kitleleri kendi politikalarının arkasına almak istemesi hatırlanabilir…

Şi, ülke içinde artan çelişkilerin üzerini örtmek ve kitlelerden gelebilecek tepkilerin önüne geçmek için burjuvazinin çıkarlarıyla işçi-emekçi kitlelerin çıkarları birmiş gibi göstermeye çalışıyor. “Çin rüyası”nın gerçekleştirilmesinin kolay olmadığını söyleyen Şi, emperyalist hedeflere ulaşabilmek için kitlelerin parti saflarında tutulmasını hedefliyor: “Partinin güçlü liderliğinin arkasında toplanalım ve azimli bir mücadeleye girişelim. Her yönden zengin bir toplum oluşturma mücadelemizde kesin bir zafer kazanalım.” Çin egemenleri, ÇKP üzerinden bürokratik yapıyı korumadan ve merkezi aygıtı güçlendirmeden bu süreçten sağ salim çıkamayacaklarını, emperyalist rekabette yarışı sürdüremeyeceklerini ve kitlelerin biriken öfkesini bastıramayacaklarını biliyorlar. Bu nedenle kitleleri gerek devletin zor aygıtlarıyla gerekse ideolojik aygıtlarıyla sürekli denetim altında tutuyorlar. Bu bağlamda kongrede tüzüğe geçen “Yeni Dönem İçin Çin Usulü Sosyalizm” anlayışı, hiç zaman kaybetmeden okullarda öğrencilere öğretilmek üzere müfredata da yerleştirildi. Çin’in en az 20 üniversitesinde “Çin’e özgü sosyalizm” anlayışının öğretileceği araştırma merkezleri kuracaklarını ve bunu işçilere, köylülere, toplumun her kesimine taşıyacaklarını duyurdular egemenler.

Çin’de işçilerin durumu ve derinleşen çelişkiler

800 milyonluk devasa işgücüyle dünya işçi sınıfının en büyük parçasını oluşturan Çin işçi sınıfı, ağır sömürü koşulları altında çalışmakta ve yaşamakta. Çin 11,6 trilyon dolarlık gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) ile dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmakla övünürken ve dünyanın içinde bulunduğu kriz koşullarına rağmen büyümeye devam ederken, işçi sınıfının payına bu büyümeden sefalet koşulları düşüyor. Geçen yıl işten atılan ve greve çıkan Çinli bir maden işçisi ülkedeki sınıfsal çelişkileri çarpıcı bir biçimde dile getirmişti: “90’lı yıllarda, herkes yoksuldu. Şimdi zengin çok zengin ve yoksul ise çok yoksul…”

Çin dünyanın ihracat şampiyonluğunu kaptırmazken iş kazalarında da birinci sıradadır. Benzer şekilde gelir adaletsizliğinde, insan hakları kısıtlamasında, sendikal hakların gaspında da dünyada ilk sıralardadır. On milyonlarca işçi, iş bulabilmek için ülke içerisinde başka eyaletlere göç etmek zorunda kalıyor. 28 eyaletten oluşan Çin’de bir eyaletten diğerine geçişler için resmi izinler gerekiyor. Çalışmak için resmi izinlerle eyalet değiştiren işçiler, göçmen statüsü alıyor. Göçmen işçiler, çoğu zaman doğru düzgün kalacak yer bulamıyorlar. Fabrikalara yakın oda, pansiyon gibi yerlerde ya da fabrikalara ait barakalarda toplu halde kalıyorlar. İşçilerin bir kısmı ise tuvaleti dahi olmayan “hutong” adlı 10 metrekarelik evlerde kalıyorlar ve bu bir şans olarak değerlendiriliyor. Bir yanda 100 katlı gökdelenler, diğer tarafta evsiz, izbe barakalarda, hutonglarda kalan milyonlar…

Gelir dağılımındaki adaletsizlik her geçen gün artıyor. 2002 yılında dolar milyarderi olmayan Çin’de yıllar içerisinde katlamalı bir şekilde dolar milyarderleri peydahlandı. 2010 yılında 69 olan dolar milyarderi sayısı, 2011’de 115’e çıktı. 2017’de ise bu rakam 319’a yükseldi. Çin, dolar milyarderleri sıralamasında 565 dolar milyarderi ile birinci sırada yer alan ABD’yi ikinci sırada takip ediyor. Maden işçisinin dile getirdiği gibi dolar milyarderleri sayısı arttıkça yoksullar daha da yoksullaşıyor. Ülke nüfusunun %1’i, Çin’in toplam gelirinin %30’undan fazlasını elinde tutuyor. Dahası en yoksul %25’in toplam gelirden aldığı pay sadece %1.

Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun bu denli derinleştiği, ucuz işgücü cenneti Çin’de, burjuvazi (orta ve büyük işletme sahipleri) ÇKP’ye üyelik konusunda daha hevesli görünüyor. Sermayelerini daha da büyütmek ve işlerini daha kolay yürütmek isteyen sermayedarlar, parti/devlet aygıtı içerisinde etkili olabilecekleri mevki, makam ya da ilişki peşindeler. Böylece bürokrat-burjuvalar, devlet işletmeleri üzerindeki kontrolleri, yolsuzluklar, rüşvet ve doğrudan ya da dolaylı ortaklıklar aracılığıyla ciddi bir sermaye birikimine sahip oluyorlar. ÇKP Merkez Komite adayları arasında da dolar milyarderleri bulmak mümkün. Örneğin 18. Kongrede Çin’in en zengini olan Liang Wengen (2017 verilerine göre serveti 32,1 milyar dolara ulaştı) Merkez Komiteye adaydı. Ülkenin en büyük yasama otoritesi olan Çin Halk Kongresi üyelerinin 100’den fazlası dolar milyarderi. Çin Halk Siyasi İstişare Konferansı (CPPCC) ve Halk Ulusal Kongresi (NPC) üyelerinden en zengin 100 üyenin toplam serveti 507 milyar dolar.

Yukarda resmetmeye çalıştığımız çelişkiler gün geçtikçe derinleşiyor, çürüme artıyor. Yoğun emek sömürüsünün varlığı ve zengin ile yoksul arasındaki uçurumun bu denli açıldığı bir ülkede devasa gövdesiyle proletarya ve onunla kader birliği edebilecek köylü nüfusunun varlığı Çin egemenlerini tedirgin ediyor. Tek parti diktatörlüğü yönetiminin yumuşatılması bir yana, demir yumruk daha da güçlendiriliyor. Demir yumruğun üzeri ise ikiyüzlüce “Çin usulü sosyalizm” şalıyla örtülüyor. Tıpkı Türkiye’de yaşanan gerçekliğin üzerinin “demokrasinin zaferi” masallarıyla örtülmesi ve kitlelerin bilincinin çarpıtılması gibi…

Yoksullukla, sefalet koşullarıyla boğuşan işçilerin, her türlü devlet baskısına rağmen son yıllarda artan mücadelelerine tanıklık ediyoruz. 2012 yılına kadarki 25 yıllık ekonomik büyüme ortalaması %9,4 olan Çin’in büyüme oranı o yıldan sonra düşmeye başladı ve 2017’nin ilk 6 aylık büyümesi %6,9 oldu. Dünya kapitalist sisteminin tarihsel krizi Çin ekonomisini de derinden etkilerken, sınıf mücadelesinde de hareketlenmelere yol açıyor. Çin bürokrat-burjuvaları her ne kadar devlet yönetiminde partinin gücünü arttırmaya ve dolayısıyla demir yumruğu işçilerin enselerinde hissettirmeye çalışsalar ya da 2049 gibi efsanevi hedeflerle kitleleri oyalamaya kalksalar da, gemilerini bir yere kadar yüzdürebilirler. Bugün Çinli işçiler, ucuz işgücü kaynağı olarak dünya burjuvazisinin gözdesi konumunda ve bundan dolayı dünya üretiminin önemli bir kısmı Çin’e kaymış durumda. Bu bakımdan Çinli işçilerin mücadelesi dünya işçi sınıfı açısından da özel bir anlam kazanmaktadır. İnsanlık dışı çalışma ve dizginsiz sömürü koşullarına başkaldırma ve devasa gövdesiyle mücadelede “ben de varım” deme potansiyeli her geçen gün artmaktadır. Bu potansiyel her ne kadar egemenler tarafından zor yoluyla ya da ideolojik aygıtlarla dizginlenmeye çalışılsa da Çin işçi sınıfı er ya da geç mücadele sahnesinde dev gövdesiyle yer alacaktır. İşte o zaman gerçek manada dünya sosyalist devrimi için büyük bir fırsat doğacaktır.

İlgili yazılar