Sermaye İşçilerin Kanıyla, Canıyla Büyüyor
Gülhan Dildar, 1 Mayıs 2014

Dünya ölçeğinde süren kapitalist saldırıların bir sonucu olarak işçi sınıfı işsizlikle, esnek ve güvencesiz çalışmayla, iş saatlerinin uzatılmasıyla, taşeronlaştırma ve iş kazalarıyla boğuşuyor. Küresel krizin etkisiyle sıkışan kapitalistler, kârlarını yükseltmek amacıyla çalışma sürelerini ve iş temposunu arttırmakta, bunun yanı sıra iş güvenliği önlemlerini umursamamakta ve işçi sağlığını hiçe saymaktalar. Örgütsüz olan işçiler ise, dayatılan bu koşullara ses çıkartamamakta ve göz göre göre ölüme gönderilmekteler. İşçiler bu kısır döngü içinde sıkışıp kalırken, kapitalistler hızla sermayelerini büyütmeye devam etmekteler.

Kapitalizmin dünya ölçeğinde içine girdiği ekonomik krizle birlikte pek çok ülkede ekonomik daralma yaşanırken, Türkiye ve Çin gibi ülkeler ekonomilerini büyütmeye devam ettiler. Bu süreçte Türkiye kapitalizmi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine sahip oldu. 2002 yılında dünyanın 26. büyük ekonomisi durumunda olan Türkiye ekonomisi, bugün 16-17. sıralara yükselmiş durumda. Kapitalistler 10 yılda 10 basamak yükselirlerken, işçilerin payına yoğun sömürünün yanı sıra iş kazaları ve meslek hastalıkları düştü, düşmeye de devam ediyor. İş cinayetlerine kurban giden işçilerin sayısı yüzde 92 oranında arttı. Türkiye ekonomisinin hızla büyümesine övgüler düzen kapitalistler, bu büyümenin kaynağında, işçilerin düşük ücretlerle posaları çıkana dek çalıştırılmalarının, meslek hastalıklarından dolayı gün be gün eriyen, iş cinayetlerine kurban giden bedenlerinin, kaybolan parmaklarının, kollarının, bacaklarının yattığını söylemiyorlar.

Türkiye’de ekonomik büyümede yüksek bir payı olan inşaat sektörünün aynı zamanda iş kazalarının en sık yaşandığı ve en çok can alan sektörler arasında yer alması, bizlere sermaye birikiminin ne pahasına gerçekleştiğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Pek çok sektörü de harekete geçirmesi, canlandırması bakımından ekonominin lokomotifi durumundaki inşaat sektörünü iyi kullanan AKP hükümeti, TOKİ’yle, kentsel dönüşüm projeleriyle, köprüler, metrolarla, alışveriş merkezleriyle Türkiye’nin dört bir yanını adeta şantiye alanına çevirdi.

Dev projelerin harcı işçilerin kanıyla karılıyor

Gün geçmiyor ki inşaatlardan, madenlerden, fabrikalardan iş cinayeti haberleri gelmesin. Nisan ayının ilk günlerinde 3. Köprü inşaatında yaşanan göçük ve hemen ardından Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen Stadı yerine yapılan rezidans inşaatından iş cinayetleri haberleri geldi. Kardeş olan Lütfü Bulut, Yaşar Bulut ve iki gün önce işe başlayan Kahraman Baltaoğlu üçüncü köprü inşaatında iskelenin çökmesi; dershane parası biriktirmek için memleketi Van’dan gelen 19 yaşındaki Erdoğan Polat ise, şehrin göbeğindeki inşaatta sepet halatının kopması sonucu 15’inci kattan düşerek yaşamlarını kaybettiler. 24 saat kesintisiz çalışmayla kısa sürede bitirilmek istenen milyar dolarlık projelerde en basit güvenlik önlemlerinin dahi alınmadığı ortadadır. İskelenin sağlamlaştırılması ya da iş güvenliğine uygun tipte iskelelerin, sepetlerin kullanılmasıyla iş cinayetlerinin önüne geçmek mümkünken, kapitalistler için iş güvenliği bir maliyet unsuru olarak görüldüğünden gerekli önlemler alınmıyor.

3. Köprü, rezidans gibi dev projelerin inşaatlarında yaşanan iş kazaları medyada çok az da olsa yer bulabiliyor. Ama her gün ortalama 4 işçi yaşamını iş cinayetlerinde yitiriyor ve bunların çok azı medyaya yansıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin iş cinayetleri raporuna göre Mart ayında 112, 2014’ün ilk üç ayında ise 276 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Rapora göre 2014’ün ilk üç ayında iş cinayetine kurban gidenlerin en az 80’i inşaat işçisi. Tespit edilebilen sayılara göre AKP iktidarı boyunca 11 bini aşkın işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Sadece 2013 yılında 1235 işçi hayatını kaybetti. Bunlardan 294’ü inşaat işçisiydi. Türkiye’de ne yazık ki meslek hastalıklarını tespit etmek pek kolay olmadığı için meslek hastalıklarından kaynaklı yaşamını yitiren işçilerin sayısı net değil. Fakat Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı oranlar var. Almanya, İngiltere gibi ülkelerde bir kişi iş kazasında ölüyorsa 4 kişi de meslek hastalığından kaynaklı yaşamını yitiriyor. O halde Türkiye’de günde ortalama 4 işçi iş cinayetine kurban gidiyorsa, 15 işçinin de meslek hastalığından hayatını kaybettiği öngörülebilir. Peki, adeta savaşı andıran bu tablonun sebebi nedir?

Sebep aslında Başbakan Erdoğan’ın 3. Köprü temel atma töreninde müteahhitlere hitaben sarf ettiği şu sözcükte saklıdır: “Quickly quickly” yani “hızlı hızlı”! Bu törende Erdoğan, yeni köprünün yapımını üstlenen müteahhit firmaların yetkililerini platforma çağırıyor ve projenin 2015 Mayısında bitirilmesini istiyordu. İşi alan firmaların projeyi iki yılda tamamlamayı deneyeceklerini söylemeleri üzerine Erdoğan, firmalara 12 saat yerine 24 saat çalışmaları talimatını veriyor ve işlerini kolaylaştıracak her türlü desteği sunacaklarını belirtiyordu. Bizzat Başbakan, insan doğasına aykırı olan vardiya sisteminin, üstelik inşaat gibi ağır ve riskli bir sektörde uygulanmasını dayatıyordu. Erdoğan’ın her türlü kolaylığı sağlayacaklarını belirtmesinin anlamı ise işlerin taşeronun taşeronuna verilmesinin önünün açılması, gerçekleşen iş kazalarının üzerinin kısa sürede örtülmesi, hatta bunlara AKP medyasında yer verilmemesinin sağlanmasıdır. Yaşanan iş cinayetlerinde çalışma saatlerinin, iş yükünün, taşeron çalışmanın büyük payı var. İşi hızlandırmaya çalışan Erdoğan’ın seçimin hemen ardından helikopterle havadan köprü inşaatını denetlemesi ve bunun hemen sonrasında da göçüğün gerçekleşmesi manidardır.

Özellikle tersane ve inşaat alanında işi alan ana firmalar altında çok sayıda taşeron firma bulunuyor ve bunlar işçilerin canları pahasına maliyetleri düşürmek için her türlü yola başvuruyorlar. Pek çok alanda işler yaptırılırken projeler kısa sürede teslim edilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın söylediği “quickly quickly” lafı işverenler için bir sembol haline gelmiş durumda. Çünkü 3. Köprü projesinde olduğu gibi özellikle yap-işlet-devret projelerinde kapitalistlerin mantığı işi bir an önce bitirip daha uzun süre işletmek ve dolayısıyla daha fazla kâr etmek oluyor. Yaşanacak iş cinayetleri ise onların umurlarında değil. Ne de olsa birkaç yüz bin lira tazminatla işin üzerini kapatabilirler. Üstelik birçok projede daha baştan kaç işçinin öleceği proje başında hesaplanmakta ve işçilerin cansız bedenleri için ödenecek tazminatlar proje maliyeti olarak hesap edilmektedir. Milyar dolarlık projelerde birkaç yüz bin liralık tazminatın lafı bile edilmez! Bir işçinin ölümü, iş durdurmaya dahi değmeyecek bir maliyet olarak görülüyor.

Bu durum sadece Türkiye ile sınırlı değil elbette. Gösterişli ve oldukça kârlı “yıldız” projelerde yaşanan iş cinayetleri tüyler ürpertmekte ve kapitalizmin vahşetini gözler önüne sermektedir. Bunun örneklerinden birini de Katar oluşturuyor. 2022 Dünya Kupası için hazırlanan Katar, turnuvanın hazırlıklarına yönelik 2014-2015 mali yılı içerisinde yaklaşık 62 milyar dolar bütçe ayırdı. Ayrılan bu bütçede işçilerin güvenliği ve insani çalışma koşulları için ise bir pay yok. Ülke, başta Hintli ve Nepalli göçmen işçiler olmak üzere her gün onlarca işçinin kurban edildiği bir mezbahaya çevrilmiş durumda. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) hazırladığı rapora göre, Dünya Kupası için hazırlanan tesislerde şimdiye kadar 1200 işçi öldü. Böyle giderse ilk maç başlayana kadar 4000 işçinin öleceği tahmin ediliyor.

Yine Brezilya’da milyar dolarlar harcanarak inşa edilen 2016 Yaz Olimpiyatları tesislerinde de onlarca işçi iş kazası geçirmekte ve gayrı-insani koşullarda sefalet ücretine çalıştırılmaktadır. Benzer bir durum 51 milyar dolar harcanarak 2014 Kış Olimpiyatları için hazırlanan Soçi için de geçerliydi. Üstelik hazırlıkların tamamlanmasında Türk müteahhitlerin payı yüksekti. Erdoğan’ın müteahhitlere verdiği “quickly quickly” talimatı anlaşılan Soçi’de de başarılı oldu ki bizzat Rusya devlet başkanı Putin, açılış törenine katılan Erdoğan’la görüşmesinde, tesislerin olimpiyatlara yetiştirilmesinde büyük payı olan Türk firmalarına teşekkür etti. AKP hükümeti, Türkiyeli müteahhitlerinin dünyada ikinci sırada olmasıyla övünüyor. Bugün Rusya’dan Erbil’e, Libya’dan Azerbaycan’a, Güney Sudan’dan Katar’a kadar pek çok ülkede Türk firmalar sermayelerini büyütüyorlar.

Dünyanın her yerinde kapitalistler, sermayelerini işçilerin kanları, canları pahasına büyütüyorlar. Kapitalizmin ahtapot gibi kuşattığı dünyada iş cinayetleri ve meslek hastalıklarından dolayı her yıl ortalama 2 milyon 300 bin işçi hayatını kaybediyor. Türkiye ise yılda 77 bin iş kazası ile Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada bulunuyor. Türkiye’nin iş kazaları sıralamasındaki yeri ile Türkiyeli müteahhitlerin dünya sıralamasındaki yeri, aslında sermayenin büyümesi ile yaşanan iş kazalarının birbirlerine paralel arttığının bir göstergesidir.

AKP hükümeti, sözüm ona İş Güvenliği ve Sağlığı Yasasını geçirerek iş kazalarını önleyecekti. Ancak, art arda yaşanan iş cinayetleri, patronlara dönük hiçbir ciddi yaptırım içermeyen, son derece güdük kalan bu yasanın hiçbir işe yaramadığını gösteriyor. İşyerlerinde alınması gereken önlemler, verilmesi gereken eğitimler sadece kâğıt üzerinde kalıyor. İşçiler için ellerinden geleni yaptıklarını iddia eden, göz boyamak için yasalar çıkartan ve hiçbir ciddi denetim yapmayanlar, kapitalistlerin hizmetkârı olan burjuva hükümetlerdir. Davutpaşa’da bir maytap fabrikasında ya da Ostim ve İvedik’te art arda gerçekleşen patlamalarda bedenleri parçalanan, Esenyurt’taki AVM inşaatı şantiyesinde çadırda çıkan yangında cayır cayır yanan, Karadon ve Elbistan’da göçük altında kalan, Kozan Gökdere Köprü Barajı ve Hidroelektrik Santralinin tünel kapağının patlaması sonucu Göksu nehrinin sularında kaybolan ve mezar taşı dahi olmayan, 3. Köprü inşaatındaki göçük altında kalan ve daha nice işyerinde katledilen işçilerin katili kapitalist kâr düzenidir. Her gün onlarca, yüzlerce iş kazasının yaşanmasından, işçilerin iş cinayetlerine kurban gitmesinden, iş güvenliği mevzuatını uygulatmak için kılını bile kıpırdatmayan, patronların yasaları çiğnemesine açıkça göz yuman Çalışma Bakanı ve hükümet de en az kapitalist patronlar kadar sorumludurlar.

İşçilerin yaşam ve çalışma koşulları, sermayedarlar ve onların hizmetindeki hükümetin zerrece umurunda değildir. Vicdanlarını kaybetmiş, her şeye kâr gözüyle bakan patronlar, yüzsüzce teklif ettikleri paralarla firmalarının adının davalara karışmasını engellemeye çalışıyorlar. Patronların oyunlarına kanmayan işçi aileleri, kaybettikleri çocuklarının, eşlerinin bir nebze dahi olsa hesabının sorulabilmesi için yargı yoluna başvuruyorlar. İşçi aileleri, kimi zaman yıllarca devam eden bir dava süreciyle karşılaşıyorlar. Burjuva düzenin bekâsını korumak için var olan hukuk sistemi, adeta iş cinayetlerinin sorumlusu olan patronların yargılanmaması için hazırlanmış yasalarla dolu. Aileler açtıkları davaları takip etmediklerinde ve derinleştirmediklerinde suç büyük oranda işveren vekillerine isnat ettiriliyor, onu da daha sonra para cezasına çevirtiyorlar. Yani bir işçiye birkaç bin lira bedel biçilerek, cinayetler örtbas ediliyor, katil kapitalistler işçilerin kanları üzerine kurulu düzenlerinde sefahatlerini sürdürüyorlar. Gisan Tersanesi davası bunun örneklerinden biridir. 2008’de Gisan tersanesinde filikaya kum torbası yerine 16 işçi konulmuş ve kobay olarak kullanılan işçilerden üçü boğularak can vermişti. Tersane patronu yargılanmazken, işçilerin ölümünden sorumlu tutulan üç mühendis ise kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. Nihayet 17. duruşmada sonuçlanan bu dava, 5 yıl hapis cezası alan sanıkların cezasının 36 bin 500 lira para cezasına çevrilmesiyle kapandı.

İşçi ailelerinin davalarını takip etmesi ve bir duyarlılık yaratmak amacıyla yapılan eylemler sonucunda kazanımlar da sağlanıyor. 20 işçinin öldüğü 117 kişinin de yaralandığı Davutpaşa’da 2008’de gerçekleşen patlamayla ilgili davanın geçtiğimiz günlerde 17. duruşması görüldü. Davanın takipçileri olan ailelerin isteği, gerçek sorumluların sanık sandalyesine oturtulmasıydı. Davutpaşa davasında işçi aileleri bunu başardılar. Zeytinburnu Belediye Başkanı’nı sanık sandalyesine oturttular. Şimdi Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş ve dönemin valisi Güler’i sanık sandalyesine oturtmak için mücadele veriyorlar.

Kapitalist sistem yıkılmalıdır!

Kapitalist sistemde işler, daha en başından itibaren işçilerin çıkarları, sağlıkları düşünülmeksizin, kârlılık esasına göre örgütleniyor. Kapitalistler, makine parçası kadar değer vermedikleri işçilerin daha yoğun sömürüsüyle daha yüksek kâr oranlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bu hedeflerine, teknolojik gelişmelerle emek verimliliğini arttırarak, işçilerin çalışma temposunu, çalışma saatlerini yükselterek ulaşıyorlar. İşçilerin örgütsüzlüğü koşullarında bunun çok daha rahat gerçekleştiği açıktır. Sermayenin işçi sınıfının başına açtığı belâların sonu gelmemekte ve ona reva gördüğü berbat çalışma ve yaşam koşullarının da dibi görünmemektedir.

İşçi sınıfının örgütlü basıncı olmaksızın, saldırılarda sınır tanımayan kapitalistlerden ve onun hizmetindeki devletten işçilerin can güvenliğini sağlamasını, çalışma koşullarını düzeltmesini beklemek ham hayaldir. Çıkartılan yasalardan da nihai ve kalıcı bir çözüm beklenemez. Biliyoruz ki, her yanından kan ve irin akan kapitalist sermaye düzeni ortadan kaldırılmadan, diğer sorunlar gibi iş kazaları da son bulmayacak. Kapitalistleri ve onların temsilcisi olan hükümetleri çözüm noktasında adım atmaya zorlayacak olan tek güç örgütlü işçi sınıfının yükselteceği mücadeledir. Unutmayalım ki, bugünkü belli kazanımlar da işçi sınıfının tarihsel mücadelesi sayesinde elde edilmiştir. Kapitalizm altında ancak örgütlü bir işçi sınıfının varlığı koşullarında iyileşme sağlanabilir. İşçi hareketinin gerilediği koşullarda ise bu iyileştirmeler ortadan kaldırılır. Kapitalizm yıkılmadığı sürece kalıcı iyileşmelerin sağlanamayacağı gerçeğinin en önemli kanıtı, Ekim Devriminin Rus işçi sınıfının çalışma koşulları üzerinde yarattığı muazzam değişim ve dünyadaki yansımalarıdır. (Ayrıntılı bir okuma için bkz. Kerem Dağlı, Kapitalizm İşçinin Güvenliğine de Sağlığına da Zararlıdır, MT, Şubat 2013)

İşçilerin bedenlerini yakıp kül eden ateş işçi sınıfın yüreğini de tutuşturacak ve ayağa kalkan işçi sınıfı katledilen kardeşlerinin hesabını er ya da geç soracaktır. Gencecik bedenlerin iş kazalarında solup gitmediği, çocukların öksüz ve yetim kalmadığı, sömürünün olmadığı bir dünya mümkün. Kapitalist düzeni alaşağı eden ve iktidarı eline alan işçi sınıfı, üretimi kârlılık esasına göre değil insanlığın ihtiyaçlarına göre düzenlemeye başladığında, o güne kadar kendisi için cehenneme dönüştürülen yaşamın cennete çevrilmesinin de önünü açacaktır.

İlgili yazılar