Üniversite Har(a)çları ve Eğitimde Özelleştirme Adımları
Gülhan Dildar, 5 Ekim 2012

Yeni öğretim yılı başlarken, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç büyük bir sevinçle harçların kaldırıldığı müjdesini verdi. Bakanlar Kurulu’nun yayınladığı kararnameye göre, 2011-2012 öğretim yılında birinci öğretimde okuyan 1 milyon 524 bin 380 ve açıköğretimde okuyan 1 milyon 951 bin 494 öğrenci olmak üzere yaklaşık 3,5 milyon öğrenci için harçlar kaldırıldı. Fakat ikinci öğretimde okuyan ve okulunu zamanında bitiremeyen öğrenciler bu kararnamenin kapsamı dışında bırakıldı. Gerekçe olarak da birinci öğretim ve açıköğretim için kanunda geçen tabirin “katkı payı ve harç”, ikinci öğretimde ise “öğrenim ücreti” olması gösterildi.

Yıllardır har(a)çlarla soyulup soğana çevrilen öğrencilere ve ailelerine “müjde” veren Bülent Arınç, sıra birinci öğretimlere göre kat kat fazla harç ödeyen ikinci öğretimdeki öğrencilere gelince yasanın değiştirilmesi gerektiğini söylüyordu: “Öğrenim ücreti, katkı payı olmadığı için ayrıca bir kanun çıkarılması gerekmektedir. Şu anda kararnamemizin içinde katkı payları ve harçlar bulunmaktadır.” Sanki söz konusu olan işçi ve emekçilerin haklarına el koymak olunca bir gecede diledikleri yasayı çıkaranlar, kişiye özel yasalar çıkartarak yargılanmaların önüne geçen veya diledikleri kişileri içerden çıkaranlar kendileri değilmiş gibi! Ya da sanki ellerinde kanun değişikliğini gerçekleştirecek güç yokmuş gibi! Madem herkes için parasız ve eşit eğitim savunuluyor, öyleyse neden harçların tamamı kaldırılmıyor?

31 yılı aşkın süredir 12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK’ün cenderesi altında olan üniversitelerde eğitim, bir yandan bilimsel olmaktan daha da uzaklaşmış, diğer yandan ise ticarileştirilip paralı hale getirilmiştir. YÖK’ün kuruluşuyla birlikte devlet üniversitelerinde öğrencilerden harç alınmaya başlanmış ve yıllar içerisinde bunun miktarı katlanarak artmıştır. Eğitim için toplandığı iddia edilen vergilere rağmen, bu yıla kadar toplanan har(a)çların miktarlarına kat kat zamlar yapılmıştır. Anayasaya göre sözümona “herkese eşit eğitim hakkı” tanınırken, fiiliyatta ise eğitim toplumun sadece belli bir kesiminin hakkı haline getirilmiştir. İşçi ve yoksul emekçi aileleri açısından eğitim bir lüks haline gelmiştir. Eğitimdeki fırsat eşitliği ise sadece kâğıt üzerinde kalan boş bir aldatmacadan ibarettir.

Devrimci, ilerici öğrenciler yıllarca üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesine, eğitimin paralı hale getirilmesine karşı mücadele vermiş ve har(a)çların kaldırılmasını savunmuşlardı. 80’li yıllardan beri çeşitli eylemlerle sürdürülen bu mücadele, her aşamasında devletin ve YÖK’ün güdümündeki üniversite yönetimlerinin pervasız saldırılarına uğradı. “Harçlara Hayır” pankartı açtıkları için öğrencilerin evleri basılıyor, gözaltına alınıyor, yıllarca tutsak ediliyor ve işkencelerden geçiriliyordu. Böylece hakkını aramak isteyen diğer öğrencilerin de gözü korkutulmak ve sindirilmek isteniyordu. Keza 2010 yılında sözde Roman açılımı sürecinde, Başbakan Erdoğan’ın katıldığı kurultayda “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açan öğrenciler de yine tutuklandılar. Üstelik pankart açan öğrenciler “silahlı örgüt üyeliği” iddiasıyla yargılandılar. Yüzlerce öğrenci parasız eğitim hakkını savundukları için yıllar boyu tutuklu kaldı, haklarında soruşturmalar açıldı, okuldan uzaklaştırma cezaları aldı. Şu an hâlâ yüzlerce öğrenci cezaevlerinde tutuklu bulunmakta. Peki en ufak bir hak arama eylemine dahi tahammülü olmayan AKP, niye durup dururken üniversite harçlarını kısmi de olsa kaldırmıştır?

Başbakan Erdoğan partisinin MYK’sında harçların kaldırılmasını gündeme getirirken, iki yıllık yüksekokullardan doktora düzeyine dek 4 milyona yakın üniversite öğrencisinin yıllık harçlarının 1,1 milyar lira tuttuğunu, harç paralarının öğrenciler üzerinde ciddi bir yük oluşturduğunu ve sık sık eylem konusu olduğunu belirtmişti. Erdoğan, çalışma yapılması için bakanlarına talimat vermişti. AKP’nin harç paralarını kaldırmaktaki amacının, elbette ki ailelerin omuzlarındaki yükü kaldırmak olmadığı, aksine işçi-emekçi kitlelerin ağzına bir parmak bal çalıp onları kendi çıkarları doğrultusunda aldatmak olduğu aşikârdır. Erdoğan, bir taraftan yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri, diğer taraftan tırmandırılan emperyalist savaş konjonktüründe partisine ve kendisine olan desteği kaybetmemek ve prim toplamak istemektedir.

Erdoğan tam da burjuva siyasetçilere yaraşır bir ikiyüzlülükle, harçların kaldırılmasını kendi lütuflarıymış gibi sunuyor. Oysa devrimci öğrenciler her türlü baskıya rağmen onyıllardır parasız eğitim mücadelesi vermiştir ve bu talebin geniş bir tabanda karşılık bulduğunun gayet farkında olan Erdoğan da bu durumu kendi açısından fırsata dönüştürme çabası içerisine girmiştir.

AKP öğrencilerin eğitim hakkı üzerinden prim toplamaya çalışadursun, ikinci öğretim öğrencileri ve gerçek anlamda parasız eğitimi savunan devrimci öğrenciler, çıkartılan kararnamenin ikinci öğretimleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi talebiyle çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Ancak ben yaparsam olur kibriyle davranan AKP, kolluk güçlerini birçok ilde eylemci öğrencilerin üzerine salmaktan geri durmadı. Üstelik burjuva medya aracılığıyla da bol bol parlatılan “parasız eğitim”in yalandan ibaret olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Kayıt yaptırmaya giden açıköğretim öğrencileri, kayıt sırasında herhangi bir para ödemeleri gerekmeyeceğini düşünürken, kitap vs. giderleri bahanesiyle “öğrenim gideri” adı altında para ödemeye devam etmek zorunda oldukları gerçeğiyle yüz yüze kaldılar. Sonuçta açıköğretim öğrencilerinden örneğin önceki yıl 250 lira harç parası ödeyenler, hepitopu 45 liralık bir indirimle 205 lira “öğretim gideri” ödemeye mecbur edildiler.

Harçların kaldırılması parasız eğitim için yeterli değildir

Harçların kaldırılması yukarıda da bahsi geçtiği üzere bütçeye sadece 1 milyar lira civarında bir yük getirmektedir ki, bu da 18 milyar liralık Milli Savunma Bakanlığı bütçesi düşünüldüğünde karşılanamayacak bir tutar değildir. Burjuvalar için kaale alınmayacak kadar küçük rakamlar olan harçlar, emekçi ailelerin üzerinde ciddi bir yük teşkil etmektedir. Harç parasını ödeyemediği için okulunu bırakmak zorunda kalan, hatta intihara kadar sürüklenen öğrenci sayısı hiç de az değildir. Ayrıca öğrencilerin üzerindeki yük sadece harç paraları değildir. Ulaşım, barınma, yemek, kitap vb. ücretleri öğrenciler ve aileleri için büyük bir külfettir. Öğrenciler masraflarını karşılayabilmek için çeşitli işlerde çalışmakta, Kredi Yurtlar Kurumunun geri ödemeli kredilerine başvurmakta, burs alabilmek için kırk takla atmaktalar. Eğitimin gerçek anlamda parasız olması, tüm bu ihtiyaçların bedelsiz olarak sağlanmasıyla mümkün olabilir ancak. Elbette ki bölümüne göre değişiklik gösteren ve yüzlerce lirayı bulan harçların kaldırılması önemlidir. Ne var ki yeterli değildir ve parasız eğitim mücadelesini yürüten öğrenciler için asla bir sus payı olarak kabul edilemez.

Üniversitelerin her geçen gün birer ticarethaneye dönüştüğü gerçeği, yeni uygulamalarla daha da gün yüzüne çıkmaktadır. Son olarak, üniversiteye kaydolan öğrencilere kimlik kartlarının üniversite kampüsleri içerisindeki banka şubelerinden verilmesi uygulaması devreye sokulmuş durumda. Öğrencilerin normalde okula ve sınavlara girişlerde öğrenci olduklarını göstermek amacıyla kullandıkları öğrenci kimlik kartları, üniversite senatolarının bankalarla yaptıkları protokollere göre banka kartı olarak da kullanılıyor. Şu ana kadar 23 üniversite ve son olarak da on binlerce öğrencisi bulunan İstanbul Üniversitesi, kimlik kartlarının banka kartı olarak kullanılabildiği bu uygulamayı devreye soktu. Okul içerisinde spor salonu, kütüphane gibi birçok alandan faydalanmak için bu kartın gösterilmesi zorunlu. Ayrıca okulun yemekhanesinden yemek yiyebilmek için de bu kartlara para yüklenmesi gerekiyor. Üniversite senatoları tarafından öğrencilerden hiçbir şekilde izin alınmaksızın bankalara öğrencilerin kimlik bilgileri veriliyor ve öğrenciler protokol imzalanan bankaların zoraki olarak müşterisi haline getiriliyor. Daha şimdiden bankalar tarafından öğrencilerden hesap işletim bedelleri kesilmeye başlandı bile.

Özel üniversitelerin sayısı katlanarak artıyor

Öğrencileri birer müşteri olarak değerlendiren bu uygulamalar her geçen gün beraberinde adım adım eğitimin özelleştirilmesini getirmektedir. YÖK sisteminde yapılmak istenen yeni değişikliklerle birlikte vakıf (özel) üniversitelerinin önü açılmak ve hatta devlet üniversiteleri yönetimleri mütevelli heyetlerine devredilmek suretiyle zamanla özelleştirilmek istenmektedir. Türkiye’de halihazırda 68 vakıf, 103 devlet üniversitesi bulunmaktadır ve bu vakıf üniversitelerinin 36’sı sadece İstanbul’da bulunmaktadır. İstanbul’da neredeyse her semtte bir özel üniversite açılmaktadır. Vakıf üniversiteleri bizzat devlet tarafından desteklenmekte ve vergi muafiyeti, arazi sağlanması gibi devlet üniversitelerine tanınan büyük olanaklardan da yararlanabilmektedirler.

1991’de YÖK yasasında yapılan değişiklikle vakıf üniversitelerinin açılması teşvik edilmiş ve yüksek öğrenim burjuvazi açısından kârlı bir yatırım alanına dönüşmüştür. 1992 yılında vakıf üniversitelerinin sayısı 2 iken, bugün hızla katlanarak 68’e ulaşmıştır ve 15 vakıf üniversitesi de devreye girmek için YÖK’ten onay beklemektedir. Vakıf Üniversiteleri Birliği temsilcileri hedeflerinin 2023’te vakıf üniversitelerinin sayısını devlet üniversitelerinin sayısına eşitlemek olduğunu söylüyorlar. Vakıf üniversitelerinde bugün 200 bin olan öğrenci sayısının 2023 yılında 575 bine çıkarılması hedeflenmektedir. Buna ek olarak yabancı öğrenci sayısının da 40 bine çıkarılması planlanmaktadır. Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rifat Sarıcaoğlu, Cumhurbaşkanından aldıkları referansa dayanarak cumhuriyetin 100. yılında eğitimin yüzde 20-25’ini vakıfların karşılayacağını söylemektedir.

Ancak geçtiğimiz ay öğrencilerin üniversitelere yerleştirilmesiyle birlikte gerek devlet, gerekse de vakıf üniversitelerinde binlerce kontenjan boş kaldı. Üniversite sayısının artmasıyla birlikte üniversite yönetimleri öğrenci kapmak için kıyasıya bir yarış içerisine girecekler. Bir de “ulusal sınırlar içerisinde kalamayız, uluslararası ölçekte markalaşmış Türk üniversiteleri oluşmalı ki uluslararası pazardan payımızı alabilelim” diyorlar. Eğitim sektöründe yer alan patronların da, ruhunu kapitalist sisteme satmış akademisyenlerin de ortak amacı kıyasıya rekabete dayanan bu sistem içinde var olabilmek için öğrenci avlamak ve kârlarına kâr katmaktır. Mütevelli heyetleri birer eğitimci, akademisyen gibi değil üniversitelerde serbest rekabetin önünün açılması gerektiğini söyleyen birer işadamı şeklinde konuşmaktadırlar.

Görüyoruz ki, eğitim alanı burjuvazi için milyar dolarların döndüğü muazzam bir sektöre dönüşmüş ve metalaştırılmıştır. Eğitimin bir pazar haline gelmesi sadece yüksek öğretim aşamasında değil, eğitimin her aşaması için geçerlidir. Özellikle de dershanecilik gibi bir sektörün oluşmuş olması “paran kadar eğitim” anlayışını yaygınlaştırmıştır. Ancak son günlerde Başbakan Erdoğan, dershanelerin kapatılıp özel okullara dönüştürülmesini gündeme getirmiştir. AKP iktidarı uygulamaya koyulduğu 4+4+4 eğitim sistemiyle açığa çıkan okul ihtiyacını, özel okulları destekleyerek kapatmayı planlamaktadır. Hükümet kanadı özel okullara teşvikler getireceklerini, devlet okullarına sunulan imkânlardan özel okulların da yararlanmasıyla özel okul işletmeciliğinin dershaneler için de cazip hale geleceğini ve bu kurumların kapatılabileceğini söylemektedir. Atılan bu adımlar aynı zamanda AKP’nin eğitimde ciddi özelleştirme saldırıları olacağını da göstermektedir.

Burjuvazi ve onun temsilcisi olan iktidar partileri toplumsal ihtiyaçlar temelinde değil, ekonomik rant ve kâr doğrultusunda planlar yapmakta ve hayata geçirmektedirler. Ne harçların kaldırılması, ne de dershanelerin kapatılması parasız eğitim doğrultusunda atılan adımlardır. Üstelik harçlara ilişkin düzenleme Bakanlar Kurulu tarafından sadece bu seneye ilişkin alınmış bir karardır. Dolayısıyla bu uygulamanın kalıcılığı meçhuldür. Yapboz tahtasına çevrilen eğitim sisteminde yarın nelerin değiştirileceği burjuva siyasetçilerin iki dudağı arasındadır.

Sonuç olarak parasız eğitim mücadelesi bitmiş değildir. Toplumun her kesimine eşit eğitim hakkı tanınması, öğrencileri birer yarış atına dönüştüren sınavların kaldırılması, herkese anadilde, bilimsel, demokratik, parasız eğitimin sağlanması, bunun için mücadele yürüten devrimci tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talepleri güncelliğini korumaktadır. 

İlgili yazılar