4+4+4’ün Yol Açtığı Sorunlar
Gülhan Dildar, 1 Şubat 2013

AKP iktidarı, 4+4+4 olarak anılan, bilimsellikten ve ciddiyetten uzak yasayı, geçen yıl Mart ayında yoğun muhalefete rağmen bir çırpıda emrivaki bir şekilde Meclis’ten geçirmiş ve eğitim sistemindeki bu değişikliği kitlelere “büyük bir reform” olarak sunmuştu. AKP, “güç benim, ben yaparım olur” zihniyetiyle hareket ederek, eğitim uzmanlarının, sendikaların uyarılarına kulaklarını tıkamış ve eğitim sisteminde yapılan değişikliği protesto eden, tepki gösteren ailelerin, kamu emekçilerinin eylemlerini zorbalıkla, polis terörüyle bastırmıştı.

4+4+4 yasa değişikliği 2012-2013 eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte hayata geçirildi. Hatırlayacak olursak Marksist Tutum sayfalarında 4+4+4 ile birlikte eğitim sistemindeki değişiklikler ve öğrencileri, öğretmenleri nelerin beklediği enine boyuna incelenmiş ve aktarılmıştı.

İktidarını pekiştiren ve kendisine karşı çıkan hiçbir sese tahammül edemeyen AKP, eğitim sistemindeki bu değişikliği gerçekleştirirken, muhafazakâr, itaatkâr bir toplum yaratmak ve ayrıca imam-hatip okullarının orta kısımlarını açmak amacıyla hareket etmiştir. 28 Şubat süreciyle birlikte 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemine geçilmiş ve imam-hatip okullarının orta kısımları kapatılmıştı. AKP’nin çocukların pedagojik gelişimini hiçe sayarak okula başlama yaşını 5’e indirdiği bu yasayla 8 yıllık ilköğretim dönemi kapandı ve 4+4 olarak ikiye bölünerek “mesleki” eğitim ilköğretim düzeyine indirildi. Böylelikle imam-hatip okullarının önü açıldı. Lise düzeyinde yapılan mesleki veya dini yönlendirme yaşı 14’ten 9’a inmiş oldu. Din derslerinin sayısı arttırıldı. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında Türkiye genelinde 1150 imam hatip ortaokulu açıldı. Bu okullarda 100 bini aşkın öğrenci eğitim görüyor. Pek çok gerici yanı olan bu yasayla AKP el çabukluğuyla ayrıca devlet okullarında ilköğretimin parasız olduğuna ilişkin ibareyi ortadan kaldırdı ve meslek lisesi öğrencilerinin stajyerlik adı altında sınırsızca sömürüsünün de yolunu açtı.

“Örgün eğitim” yerine “yaygın eğitim”in getirilmesinin sonucu

Bu yasanın en çok karşı çıkılan noktalarından biri de 10. maddesiydi. Bu madde ile örgün ve en az 3 yıl olan ortaöğrenim (yani lise öğrenimi) “zorunlu” ve 4 yıl olarak belirlendi. Ancak gözden kaçırılmaması gereken önemli bir ek daha vardı; “örgün” ibaresinin yanına “veya yaygın” ibaresi eklendi. Bu durum, “eğitimi herkes için ve 12 yıl boyunca zorunlu hale getiriyoruz” şeklinde şaşaalı sözlerle sunuldu. Peki, ama gerçekten eğitim herkes için ve 12 yıl boyunca zorunlu hale geldi mi?

“Zorunlu” hale getirilmesiyle övünülen lise eğitimi, gerçekte yaygın eğitim denen sistemin önünün açılmasıyla birlikte, okullarda görülmesi zorunlu olmaktan çıkarak, açıköğretim aracılığıyla da görülebilir hale getirildi. Dolayısıyla da örgün (okul binalarında verilen) lise eğitimi fiili olarak zorunlu olmaktan çıkarılmış oldu. Marksist Tutum’da bu konuda daha önce şu uyarılarda bulunulmuştu:

“Türkiye’de şu anda okullaşma oranı %98,5 olan ilköğretimde, okulu terk oranı %15’tir ve kız çocuklarında bu oran %17’yi aşmaktadır. Bunda yoksullukla birlikte kız çocuklarının okumasını gereksiz gören anlayışın halen yıkılamamış olmamasının büyük bir rolü bulunmaktadır. Lise eğitimine gelindiğinde ise okullaşma oranı %70’e düşmektedir ve okul terk oranı %8,2’dir. Bu oran meslek liselerinde %10’a yaklaşmaktadır. Yoksul emekçi aileler, gerek eğitimin külfetini kaldıramadıkları gerekse çocukların çalışmak suretiyle eve getirecekleri paraya duydukları şiddetli ihtiyaç nedeniyle çocuklarına lise eğitimi aldıramamaktadırlar. Bunun yanı sıra eğitimin işsizliğe çare olmadığını görerek böylesi uzun bir eğitimi gereksiz bulan ailelerin oranı da hiç düşük değildir. Sonuç olarak, liselerin açıköğretim seçeneği de sunularak sözde zorunlu hale getirilmesi, çocukların önemli bir bölümünün bu eğitimi evde ya da çalışarak görmeye başlamalarına, ancak tamamlayamamalarına yol açacaktır. Lise eğitiminin 13 yaşta başlayacağı düşünüldüğünde, bu o yaştaki çocukların önemli bir bölümünün ucuz işgücü olarak emek piyasasına sürülmeye devam edeceği anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra, belli bölgelerde yaygın bir olgu olan kız çocukların eve kapatılması ve küçük yaşta evlendirilmesi gerçeği, bu düzenlemeyle varlığını sürdürecektir.” (İlkay Meriç, 4+4+4’ün Arkasına Gizlenenler, MT, no:85)

4+4+4 yasasının birkaç aylık uygulaması bile yukarıda yazılanların doğruluğunu kanıtlamıştır. Geçtiğimiz günlerde kabine değişikliği ile görevden alınan eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, kendisine yöneltilen bir soru önergesi üzerine, 2012-2013 eğitim-öğretim yılının birinci döneminde ortaokuldan sonra örgün eğitimi bırakan öğrencilerin sayısını, 136 bin 115 olarak açıklamıştı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre birinci dönemde örgün eğitime devam ederken 9. sınıfı bırakarak açık liseye kayıt olan öğrencilerin sayısı 95 bin 561, 10. sınıfı bırakan öğrencilerin sayısı 21 bin 639, 11. sınıfı bırakan öğrencilerin sayısı 13 bin 737 ve 12. sınıfı bırakan öğrencilerin sayısı ise 5 bin 178’dir. Kız ve erkek öğrenci oranlarına dair ayrıntı vermekten kaçınan bakanlık, gerçeklerin üzerini kapatmaya ve kız çocuklarının eve kapatılmak istenmesine yönelik tepkileri bertaraf etmeye çalışmaktadır. Tahmin etmekte çok zorlanılmayacağı üzere, bu rakamların büyük bir kısmını kız öğrenciler oluşturmaktadır. Bu bağlamda özellikle İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği’nin (ÖNDER), kesintili eğitim düzenlemesinin TBMM Milli Eğitim Komisyonu’ndaki görüşmeleri sırasında komisyona sunduğu raporda “kız öğrencilerin İslam inancına göre mükellefiyet çağına girişi” esas alınarak eğitim programının düzenlenmesini önermesi ve yaygın eğitimi savunması dikkat çekmiştir. Söz konusu dernek, gerekçe olarak da, kız çocuklarının karma okullarda verilen örgün eğitimin dinen caiz olmadığını, dolayısıyla örgün eğitimde ısrarın kız çocuklarının okumasını engellediğini savunmaktadır.

Henüz bir dönemlik uygulama ile okulu bırakan lise öğrencilerinin sayısının bu denli artmış olması, önümüzdeki süreçte özellikle yoksul ailelerin çocuklarının büyük kısmının örgün lise eğitimini terk edeceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Yasayı geçirme sürecinde de bizzat Başbakan Erdoğan, ortaöğretim öğrencilerinin bir taraftan çalışarak kendi okul giderlerini karşılayabileceğini müjdelemişti. Bu söylemle yoksul işçi ve emekçi çocuklarının, ortaokuldan sonraki 4 yılı okula gitmeden açık liselerde okumaları özendirilmektedir. Böylece ortaokuldan sonra 13-14 yaşındaki çocuklar burjuvazinin emrine taze kan olarak amade edilecektir.

Eğitimde neo-liberal saldırılar hayata geçiriliyor

Devlet bir taraftan diplomalı işgücü yaratma derdindeyken, diğer taraftan da açıköğretim ve özel okulların teşvik edilmesiyle öğretmen ve okul giderlerini kısıp bütçeden eğitime ayrılan payı düşürme derdindedir. AKP, hiçbir altyapı hazırlığı yapmadan (buna müfredat ve okulların fiziki yapıları da dâhildir) uygulamaya soktuğu yasa değişikliğiyle birlikte, eğitim alanındaki neo-liberal saldırılarına da hız vermiştir. Okula başlama yaşının indirilmesiyle okula başlayan öğrenci sayısı artmış, derslik yetersizliğinden kaynaklı olarak öğrenciler kalabalık sınıflarda, hatta pek çok Kürt ilinde birleştirilen sınıflarda eğitim görmek zorunda kalmıştır. Devlet okullarında eğitim giderek kalitesizleştirilerek, velilere “başınızın çaresine bakın” denilmekte ve özel okullar teşvik edilmektedir. Erdoğan bir yandan dershaneleri kapatacaklarını ilan ederken, öte yandan bunların devlet teşvikli özel okullara çevrileceğinden söz ediyor. Ayrıca 4+4+4 sistemiyle devletin özel okullardan hizmet alacağını, özel okullara yeni teşvikler sunulacağını ilan ediyor. Yani adım adım eğitimin özelleştirilmesinin yolu döşeniyor!

Öğrencilerin ve ailelerin yanı sıra, 4+4+4 eğitim sisteminin mağdurlarından bir diğeri de eğitim emekçileridir. 138 bin öğretmen açığı olmasına rağmen, kademeli olarak değiştirilen sistem nedeniyle 30 bini sınıf öğretmeni olmak üzere 70 bine yakın öğretmen norm fazlası durumuna düşmüştür. Okulların açılmasına rağmen görev yerleri belli olmayan binlerce öğretmen, bakanlık tarafından kendi istekleri dışında görevlendirilmiş, yıllarca görev yaptıkları okullarından ve öğrencilerinden uzaklaştırılarak branş değişikliğine zorlanmıştır. Ayrıca öğrenci sayısının, seçmeli ders sayısının ve ders saatlerinin artması gibi nedenlerle öğretmenlerin çalışma saatlerinde de artış söz konusudur. Öğretmenlerin yıllık çalışma süresi ortalaması OECD ülkeleri içinde 1675 saat iken, Türkiye’de öğretmenler 1816 saat ile OECD ortalamasına göre 141 saat daha fazla çalışmaktadır. Öğretmenlerin aldığı ücretin fazlalığından ve çalışma saatlerinin azlığından şikâyet eden Başbakan’ın ve “3 ay tatil yapıyorlar” diyen Bakan’ın, eğitim emekçilerinin çalışma koşullarına müdahale etmemesi abes olurdu! Öyle görülüyor ki, diğer sektörlerde çalışan işçiler gibi eğitim emekçilerinin de yıllık çalışma saatleri önümüzdeki dönemde giderek artacaktır.

Tüm burjuva hükümetler gibi AKP hükümeti de gerek kendi ideolojik ve politik çıkarları, gerekse içinden geçtiğimiz derinleşen kriz ve savaş koşullarının gereği olarak eğitim sistemindeki bu değişiklikleri hayata geçirmiştir. Dolayısıyla da ne AKP’den ne de herhangi bir burjuva partiden işçi ve emekçi sınıfın çocuklarının gelişimini ve eğitimini düşünecek ciddi adımlar beklenmemelidir. AKP bugün otoriterleşen çizgisiyle, eğitime de el atarak, düzene bağlı, itaatkâr, kanaatkâr, sorgulamayan, hakları için mücadele etmeyi günah sayan genç işçiler yaratma çabası içerisindedir.

Gerici, ırkçı, bilimsellikten uzak, ezberci ve burjuva ideolojisinin egemenliği altında genç beyinlerin yıkanmasına karşı mücadele etmek işçi sınıfının demokrasi mücadelesinin bir gereğidir. Bilimsel, zorunlu, örgün, anadilde eğitim ve her türlü eğitim masrafının devlet tarafından karşılanması, ücretsiz ulaşım ve yemek talebi emekçilerin en temel taleplerinden biri olarak yükseltilmelidir.

1 Şubat 2013

İlgili yazılar