28 Nisan, iş kazalarına, iş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına karşı duyarlılık ve farkındalık oluşturmak amacıyla Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü olarak anılıyor. Türkiye’de ise aynı gün, sendikaların ve meslek örgütlerinin önerisiyle İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü olarak tanımlanıyor.
2003 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), meslek hastalıkları ve iş kazalarının önlenmesi amacıyla 28 Nisan’ı Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü olarak anma kararı aldı. Bu tarih ilk kez 1984’te Kanada’da, kamu çalışanları sendikası CUPE tarafından “Yas Günü” olarak ilan edilmişti. Çünkü 28 Nisan 1914’te Kanada mahkemesi ilk kez bir patronu, bir işçinin ölümünden sorumlu tuttu. İlk kez bir patron, bir işçinin ölümü üzerinden hukuken sorumlu tutulmuştu. Ancak Kanadalı işçiler bununla yetinmediler. Mücadele sürdü, sendikalar bastırdı ve Kanada devleti, 1991 yılında 28 Nisan’ı resmi “Yas Günü” olarak tanımak zorunda kaldı. Takip eden yıllarda bu tarih, dünyanın pek çok ülkesinde iş kazalarında ve meslek hastalıklarında hayatını kaybeden işçileri anma günü haline geldi.
Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü anılırken, ne yazık ki Türkiye’de sermaye düzeni işçilerin canını almaya hız kesmeden devam ediyor. İşçiler makinelerde parçalanıyor, inşaat iskelelerinden düşüyor, kayan toprağın altında kalıyor ya da patlamalarda can veriyorlar. Gerekli önlemler alınmayarak göz göre göre işçiler yaşamdan koparılıyor. İş cinayetleri öylesine sıradanlaştı ki eskisi gibi gazetelerin üçüncü sayfalarında bile haber olmuyor. Olsa bile ölen işçilerin adı yok, hikâyesi yok, ailesi yok; bundan sonra o aileyi neyin beklediği yok! Faşist rejim ve sermaye sınıfı iş cinayetlerinin mümkün mertebe medyaya yansımasını istemiyor. Ağır sömürü koşulları altında işçilerin nasıl can verdiği gözükmesin, geride kalanların sesini kimse duymasın, tepki yükselmesin, dayanışma gelişmesin, vurdumduymazlık sarmalında unutulup gitsinler istiyorlar.
Türkiye’de günde en az beş işçi çalışırken hayatını kaybediyor. Ölümlü iş kazalarında Türkiye, Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre 2022’de Avrupa’da 3286 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Oysa İSİG Meclisi’nin verilerine göre aynı yıl Türkiye’de en az 1843 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. SGK verilerine göre ise aynı yıl iş cinayetlerinde ölenlerin sayısı 1.520. Bu tablo, Türkiye’de sermaye düzeninin işyerlerini nasıl korkunç bir mezarlığa dönüştürdüğünün kanıtıdır!
Ucuz emek sömürüsüyle palazlanmak isteyen sermayenin açgözlülüğü, Türkiye’yi hızla bir çocuk işçilik cennetine dönüştürüyor. Altı yaşında, daha okuma yazma öğrenemeden tarlada traktör altında can veren çocuklar; 14’ünde torna tezgâhında parçalanan genç bedenler! Bu düzen çocukların sırtına daha küçük yaşta “ekmek kavgası”nı yıkıyor. Yoksulluk, işçi ailelerinin borca girmesi, eğitim imkânlarının daralması ve geleceksizlik sarmalı, çocukları onar yüzer üretime dâhil olmaya zorluyor. Değişik yaş gruplarındaki çalışan çocukların sayısı giderek artıyor. Son günlerde ardı ardına 15 yaşın altında birçok çocuğun iş cinayetine kurban gitmesi de bunu gösteriyor.
TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması 2024 yılı sonuçlarına göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı yüzde 24,9 oldu. İşgücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, erkek çocuklarda yüzde 35,6, kız çocuklarda ise yüzde 13,7 olarak görüldü.[1] 2024’te 15-17 yaş grubunda 3 milyon 894 bin çocuk bulunurken, bunların 970 bini kayıtlı işçi olarak çalışıyor. Buna ek olarak, 504 bin çocuk da Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) kapsamında patronlara çalışıyor. Böylece toplamda çocuk işçi sayısı 1 milyon 474 bine ulaşıyor.[2] Patronlar için bu çocuklar güya “yardımcı eleman”, gerçekte ise normal işçi konumundalar. Düşük ücretle çalıştırılan bu çocuk işçiler, patronlar karşısında savunmasız bırakılıyor ve iş cinayetlerine sürüklenmelerinde bu savunmasızlık büyük rol oynuyor. 2020 ile 2024 arasında en az 238 çocuk işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu sayı yalnızca basına yansıyanlardan oluşuyor; gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu biliniyor. Bunca ölüm yaşanmasına rağmen hiçbir patron ve hiçbir iktidar yetkilisi hesap vermedi. Çünkü bu sistemde çocukların ölümü, büyüme rakamlarının, ihracat rekorlarının, yatırım teşviklerinin gölgesinde kalıyor.
Nisan ayında beş çocuğun adı daha ölüm listelerine yazıldı. Beşi de yoksul ailelerin, işçi mahallelerinin çocuklarıydı:
Abdurrahman Özkul, 14 yaşındaydı; Niğde’de bir geri dönüşüm fabrikasında makineye kaptırdığı koluyla birlikte hayatını da kaybetti.
Mehmet Özarslan, 17 yaşındaydı; Kayseri’de kum ocağında çalışırken Kızılırmak’a düştü, 26 saat sonra cansız bedeni çıkarıldı.
Yakup Taşar, 17 yaşında; Şırnak’tan gelip çalıştığı Antalya’da kaldığı inşaatta intihar etti.
Yusuf Mısri, Suriyeli bir çocuktu; Konya’da sondaj makinesinin çarptığı boruyla öldü, daha 14 yaşındaydı.
Necip Fazıl Çırak, Samsun’da staj yaptığı inşaatta ikinci kattan düştü; lise öğrencisiydi, meslek öğrenmek isterken hayatını kaybetti.
Beş çocuk… Aralarında uzun yollar vardı, şehirler vardı ama kaderleri ortaktı. Ortak yanları çocuk olmalarıydı. Ortak yanları, yok sayılan hayatlar yaşamalarıydı. Ölmeden önce ne bir gazetede adları geçti ne bir müfettişin dikkatini çektiler. Onlar çalışırken görünmezdi, öldüklerinde ise birkaç satırlık haber oldular. Ne bir patron hesap verdi, ne bir okul sorumluluk aldı, ne bir bakanlık açıklama yaptı. Her gün yüz binlerce çocuk kimisi sigortasız, kimisi kayıt dışı, kimisi “stajyer” adı altında çalıştırılıyor. Eğitime değil, üretime; oyuna değil, mesaiye; yaşama değil, çalışırken ölmeye mahkûm ediliyorlar. Ama biz alışmıyoruz.
Unutmuyoruz. Bu çocukların isimlerini tekrar tekrar söyleyeceğiz. Onların susturulmuş sesini bu düzene karşı haykıracağız. Yok sayılmalarının hesabını sormak için örgütleneceğiz.
Bu ülkede sadece ölümler değil, ölüme karşı ayağa kalkanlar da var. Bu düzen çocukları mezara, gençleri geleceksizliğe itiyor ama gençlik bu karanlığı yarmaya başladı. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin 19 Martta polis barikatını aşarak yürüyüşe geçmesiyle başlayan eylem dalgası, yıllardır biriken adaletsizlik, baskı ve geleceksizlik duygusunun taşmasını ifade ediyor. “Kurtuluş Yok Tek Başına” diye haykıran gençler, iş cinayetlerinde hayatını kaybeden kardeşlerinin, geleceği çalınan çocukların, emeği değersizleştirilen milyonların sesi oldular. Bugün liseden üniversite sıralarına kadar gençler gelecekleri için ayakta.
Çocuklar çalışırken ölüyor, işçiler göz göre göre ölüme gönderiliyor, gençler geleceksizlik kuyusunun en derinlerine itilmek isteniyor. Bu yüzden 28 Nisan yalnızca bir anma değil; bugünün direnişiyle birleşmesi gereken bir mücadele günü olmalıdır. Gençlerin, işçilerin, kadınların yani işçi sınıfının farklı kesimlerinin tepkisi, örgütlü bir harekete dönüşmelidir. İşçi sınıfı örgütlenmeden, sendikalar çok daha ileri adımlar atmadan, sosyalist hareket ortak bir mücadele cephesi yaratmadan ve büyük bir mücadele hattı gelişmeden, Türkiye işçi mezarlığı olmaktan kurtarılamaz!
İş cinayetlerine son!
Çocuk işçiliğine son!
Kahrolsun kapitalist sömürü düzeni!
İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve Sınıf Mücadelesi Dinamikleri-1
[1] https://www.tuik.gov.tr/media/announcements/istcocuk_2024.pdf
[2] https://www.isigmeclisi.org/21250-tuik-2024-cocuk-istatistiklerini-acikladi-15-17-yas-arasi-cocuklarin