İktidar ve patron temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 23 Aralıkta yaptığı üçüncü görüşmede 2026 yılı asgari ücretini belirledi. Sözde işçileri temsil eden ama gerçekte iktidarın emir eri rolünü oynayan Türk-İş üst bürokrasisi, tabandan gelecek tepkileri savuşturmak için bu sene tespit komisyonuna katılmıyormuş görünümü yarattı. Her yıl olduğu gibi sahnelenen orta oyununun sonunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından yapılan açıklamaya göre, asgari ücret yüzde 27 zamla net 28 bin 75 lira oldu.
Kapitalist sınıf ve iktidar eliyle Türkiye’de ortalama ücret haline getirilmiş olan asgari ücret, bir kez daha açlık sınırının altında bırakıldı. Yerli ve yabancı sermaye tekelleri ile iktidar çevresindeki sermaye grupları, işçi sınıfına karşı domuz topu gibi birleştiler. 2026 asgari ücretine yapılan bu sefalet zammıyla birlikte emek gücü, kendi değerinin çok altında bırakıldı ve maliyetler daha da aşağıya çekildi. Bunun anlamı açıktır: İşçi sınıfının alım gücü daha da düşecek, yoksulluk çukuru derinleşecek, sefalet koşulları yaygınlaşacak. Ancak aynı anda zenginlik, artan ölçüde bir avuç kapitalistin kasasına akacak!
Asgari ücret açlık sınırının altında, sermaye sefaleti dayatıyor!
2025 asgari ücreti belirlenirken TÜİK’in açıkladığı sahte enflasyon yüzde 44,38 iken, ENAG’ın açıkladığı gerçek enflasyon bunun iki katı düzeyindeydi. Fakat iktidar, TÜİK’in sahte enflasyonunu bile dikkate almayarak asgari ücrete yüzde 30 zam yaptı ve milyonlarca işçinin ücreti kısa sürede eridi. Bu yıl ise TÜİK’in çarpıtılmış verilerine göre Kasım ayı yıllık enflasyonu yüzde 31,07 olurken, ENAG gerçek enflasyonun yüzde 56,82 olduğunu açıkladı. Ancak iktidar ve kapitalist sınıf, işçi ücretlerini baskılamak için resmi enflasyonu bile dikkate almadı. Rejim medyası tarafından yüzde 25-30 bandında çeşitli rakamlar dolaşıma sokularak toplumda beklenti düşürüldü, kitleler açıklanan yüzde 27’lik zamma “ısındırılmış” oldu. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da asgari ücret bir evin kirasına ve gıda harcamalarına dahi yetmediği açıkken, Çalışma Bakanı insan aklıyla alay edercesine şöyle diyor: “Yapılan artışlarla vatandaşımızın satın alma gücünün korunması ve yaşam kalitesinin geliştirmesini hedeflemekteyiz.”
2026 zammı ile milyonlarca işçi, şimdiden açlık sınırının altında bir ücrete mahkûm edildi. Türk-İş’in 2025 Kasım ayı raporuna göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 29 bin 282 liradır. İşçilerin ancak Şubat ayında eline geçecek olan 28 bin 75 liralık ücret, Marx’ın deyimiyle “asgari fiziksel sınır” olan açlık sınırının bile altındadır. Gıda, kira, faturalar, eğitim ve sağlık gibi zorunlu harcamaların toplamı olan yoksulluk sınırı ise 97 bin 157 liradır, elbette şimdilik! Bekâr bir işçinin aylık yaşama maliyeti ise 38 bin 752 lirayı bulmuştur. Bu rakamlar, tek başına çalışan bir insanın ev geçindiremeyeceğini, bir ailenin yoksulluk sınırını aşabilmesi için eve en az 4 asgari ücret girmesi gerektiğini göstermektedir. Yani dört kişi, aslında olması gereken tek bir asgari ücret için çalışmaktadır!
İşçi sınıfı aşırı yoksullaşırken, zenginlik 68 bin kişiye akıyor!
İktidar ve sermaye sınıfı, enflasyonun yükünü işçi sınıfının omuzlarına yıkarken, emekçilerden zenginlere doğru işleyen servet transferi mekanizmasını daha da büyüttü. Çalışma Bakanının “Biz 23 yıldır AK Parti olarak, günü kurtaran değil, geleceği inşa eden bir anlayışla hareket ediyoruz. Türkiye Yüzyılını; emeğin kıymet gördüğü, büyümenin tabana yayıldığı bir yüzyıl yapmakta kararlıyız” sözlerini şu şekilde okumak gerekir: “Milyonlarca işçinin açlık çukurunda boğulması umurumuzda değil, sermayeyi daha da büyüteceğiz!” Onlar yoksulluğu tabana yayıp emekçileri ezerken, zenginliği en tepedekilerin elinde toplamakta ustadırlar. Türkiye Yüzyılı dedikleri de budur aslında!
Nitekim Türkiye ekonomisi büyürken ve dolar milyonerlerinin sayısı her yıl artarken, işçilerin payına düşen yoksulluktur. TÜİK verilerine göre ekonomi ikinci çeyrekte yıllık bazda yüzde 4,8 büyürken, emeğin milli gelirden aldığı pay bir önceki çeyreğe göre 4,5 puan geriledi. Ekonomi büyürken emeğin payının küçülmesi, bir avuç asalağın nasıl zenginleştiğinin kanıtıdır. Türkiye, 2024 yılında dünyada dolar milyoneri sayısının en hızlı arttığı ülke oldu; milyoner sayısı yüzde 8,4 artarak 68 bin kişiye ulaştı. Zenginlik tabana yayılmıyor, aksine tabanın ürettiği zenginlik tepeye pompalanıyor. En tepedeki yüzde 1’lik azınlık ülke servetinin dörtte birine (yüzde 26) el koyarken, toplumun yarısını oluşturan en yoksul kesim (yaklaşık 42,5 milyon kişi) servetin sadece yüzde 2,6’sına, yani kırıntılara sahiptir. Buna rağmen sermaye sözcüleri utanmadan “ücretler artarsa enflasyon artar” diye feryat figan ediyorlar. Oysa ücret artışının enflasyonu arttıracağı argümanı koca bir yalandır.
Milyonlarca işçi asgari ücrete mahkûm ediliyor
Daha önce ifade ettiğimiz üzere Türkiye’de asgari ücret, emek gücünün gerçek değerinin karşılığı değildir. Düşük zam dayatması ve enflasyon yoluyla asgari ücret, bir işgücü değerinin çok altına çekilmiş, yaygın “ortalama ücret” haline getirilmiş ve tüm işçiler bu sefalet ücretine mahkûm edilmiştir.
17 milyona yakın çalışanın neredeyse yarısı asgari ücretle geçiniyor. DİSK-AR’ın Asgari Ücret Raporuna göre, özel sektörde çalışanların yüzde 46,7’si (8,4 milyon işçi) asgari ücret ve altında bir ücretle çalışıyor. Asgari ücretin yüzde 5 fazlası ve altında ücret alanların oranı yüzde 49,6’ya (8,9 milyon işçi) ulaşıyor. Asgari ücretin yüzde 20 üstü ve altını, yani komşu ücretleri de hesap ettiğimiz zaman işçilerin yüzde 85’i asgari ücret düzeyinde geçimini sağlamaya çalışıyor. Özetle asgari ücret, tüm ücretleri de aşağıya çeken ortalama bir ücret haline gelmiştir. Daha vahimi, yasadışı olmasına rağmen 3,6 milyon işçi yasal asgari ücretin dahi altında çalıştırılıyor. İstanbul ve diğer büyükşehirler dâhil olmak üzere, her 100 işçiden 9’u asgari ücretin yarısı kadar bir gelirle yaşam savaşı veriyor.

Veriler, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu korkunç yoksulluk tablosunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Bu tablo aynı zamanda sendikalı-sendikasız, mavi-beyaz yakalı, çalışan-işsiz, emekli ya da kamu çalışanı fark etmeksizin tüm sınıfın kaderinin nasıl ortaklaştığını da kanıtlamaktadır. Hayat pahalılığının mutfakları yangın yerine çevirdiği, sefaletin derinleştiği bu koşullarda asgari ücret, yalnızca bu ücretle çalışanları değil, sınıfın tamamını hayati derecede ilgilendirmektedir. Çünkü asgari ücret, işsizlik ödeneğinden sigorta primlerine, doğum ve askerlik borçlanmasından genel sağlık sigortasına, stajyer ücretlerinden idari para cezalarına kadar pek çok kalemi doğrudan belirleyen temel bir konumdadır.
Asgari ücret ve MESS sözleşmeleri
Asgari ücret süreci, tıkanmış olan MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) Grup Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerini ve bu kapsamdaki 150 binden fazla metal işçisini de doğrudan etkilemektedir. MESS, görüşmelerde işçilere yüzde 10 gibi sefalet düzeyinde bir zam teklif etmiştir. Henüz asgari ücret pazarlıkları sürerken masaya getirilen ve resmi enflasyonun üçte biri bile etmeyen bu teklif, aslında sermayenin genel ücretleri baskılama stratejisinin bir parçasıdır. Sermaye sınıfı, koordineli bir saldırıyla hem asgari ücreti hem de toplu sözleşmeli ücretleri en dipte tutmayı hedefliyor. Nitekim açlık sınırının altına hapsedilen asgari ücret, şimdi sendikalı metal işçisine bir emsal gibi dayatılacak ve haklı talepleri “gerçek dışı” ilan edilerek bastırılmaya çalışılacaktır. Amaçlanan, tüm ücretlerin asgari sefalette eşitlenmesidir.
Sendikal örgütlülüğün zayıflatıldığı ve toplu sözleşme kapsamının daraltıldığı koşullarda asgari ücret ortalama ücret haline gelirken, sendikalı işçilerin kazanılmış hakları da açık bir tehdit altındadır. MESS’in yüzde 10’luk sefalet zammı teklifinin yanı sıra sosyal haklara saldırması ve güvencesiz, esnek çalışmayı dayatması, arkasına aldığı siyasi iktidarın desteğinden ve sendikal hareketin mevcut dağınıklığından güç almaktadır. MESS, masaya koyduğu taleplerle kuralsızlığı kural haline getirmek; sözleşme sürelerinin 2 yıldan 3 yıla çıkarılmasını, yasal sınırı 2 ay olan deneme süresinin 4 aya yükseltilmesini, denkleştirme uygulamasının devreye sokulmasını ve kadın işçilerin günlük 1,5 saatlik emzirme izinlerinin tek günde birleştirilmesinin önüne geçmek istemektedir. Sendikaların bu dayatmalara boyun eğmesi, işçi sınıfının örgütlü kesimlerine ağır bir darbe vurulması anlamına gelecektir. Özellikle Türkiye gibi belirsizliklerle dolu bir ülkede TİS süresinin 3 yıla çıkarılması, enflasyon yükünün doğrudan işçinin sırtına yıkılması ve yoksulluğun kalıcılaşması demektir.
Rejimin emekçilerin odağını kaydırmaya dönük operasyonu
Tepeden tırnağa yolsuzluğa gömülmüş bir rejim hüküm sürüyor Türkiye’de. Latin Amerika’dan başlayan uyuşturucu ticaretinin Türkiye’deki limanlardan nasıl Avrupa’ya ulaştırıldığını ve dağıtımın başında bizzat iktidara yakın çevrelerin olduğu sır değil. Fakat gerçek bu olmasına rağmen, uyuşturucu kullandıkları gerekçesiyle ünlü isimlere operasyonlar yapılarak toplumun odak noktası kaydırılmaya ve rejim kendini temize çekmeye çalışıyor.
Çok açık ki bu operasyonlar, çok boyutlu bir yönetim stratejisinin ürünüdür! Hem iktidar içi taht kavgalarının bir yansıması hem de çürümüşlüğün üzerini örten bir şaldır. Emekçilerin yoksullukla boğuştuğu, MESEM kapsamında çocuk işçilerin peş peşe can verdiği ve toplumsal öfkenin kabardığı bir dönemdeyiz. Gazetecilerin, sosyalistlerin ve öğrencilerin tutuklandığı, CHP’ye ve muhalefete dönük operasyonların siyasi niteliğinin ayyuka çıktığı bir dönemde iktidar, uyuşturucu ve magazin skandallarından oluşan bir körleştirme dizisini devreye sokmuştur. Rejim, emekçi kitlelerin örgütsüz olmasından yararlanarak onları pasif izleyici konumda tutmaya çalışıyor. İsteniyor ki kimse olaylar arasındaki gerçek bağları kurmasın, politik sonuçlar çıkarmasın, düzenin ve iktidarın çürümüşlüğünü sorgulamasın!
Rejimin kurduğu tuzakları bozmanın ve derinleşen yoksulluğa teslim olmamanın yegâne yolu, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinden geçmektedir. Asgari ücretin dört kişilik bir ailenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye çekilmesi talebi etrafında, sendikaların ve sosyalistlerin birleşik bir emek cephesi örmesi şarttır. Sermayenin pervasız ve topyekûn saldırısına ancak topyekûn bir direnişle cevap verilebilir. Önümüzdeki aylarda, asgari ücret zammının tüm işçilere dayatılmasına karşı gelişebilecek itiraz ve mücadeleleri örgütlü bir kanala akıtmak, bu açıdan son derece önemlidir!
Binlerce İşçi Gebze’den Haykırdı: Asgari Değil İnsanca Yaşam!
