Her gün milyonlarca işçi sabahın köründe ya da gecenin karanlığında işe gitmek için yollara düşüyor. Ama o yolların sonu birçok işçi için fabrikalarda, inşaatlarda, tarlalarda, maden ocaklarında ölüme çıkıyor. Türkiye’de her gün ortalama en az 5 işçi, yaşamını kazanmak için gittiği işyerinde hayatını kaybediyor. Kavurucu sıcağın altındaki tarım işçisi, yorgunluktan gözleri kapanan şoför, sensörü sökülmüş makine başındaki işçi, çürük iskelede çalışan inşaat işçisi, en temel önlemlerin alınmadığı madenlerde doğanın bağrını kazan madenci… Hepsi aynı düzenin çarklarında yitip gidiyor! Kapitalist düzen bize yaşam ve gelecek değil, ölüm getiriyor, karanlık ve geleceksizlik vaat ediyor.
2024 yılı da Türkiye işçi sınıfı tarihine kara bir leke olarak yazıldı. İSİG Meclisinin açıkladığı verilere göre 2024 yılında en az 1897 işçi hayatını kaybetti. AKP-MHP iktidarının “Büyük Türkiye Yüzyılı” diye başlattığı süreç, işçi sınıfına sadece yıkım ve felaket getiriyor. “Büyük Türkiye”de işçilerin payına ağırlaşan yoksullaşma ve yaşam standartlarının daha da kötüleşmesi, iş cinayetlerinde ölmek, yaralanmak ve sakatlanmak düşüyor. Umutsuzluğun ve depresif ruh halinin hâkim olduğu koşullarda, işçi ve emekçiler her geçen gün daha karanlık sabahlara uyanıyorlar.
2024, işçi sınıfı için ekonomik ve sosyal yıkımın daha derinden hissedildiği bir yıl oldu. İktidarın yoksullaştırma politikası yaşam koşullarını ve çalışma şartlarını gitgide daha kötü hale getirdi. Yüksek enflasyon yoksulluğu derinleştirdi, reel ücretler daha fazla eridi ve geçim derdi katlanarak arttı. İşçiler daha uzun saatler boyunca, daha kötü koşullarda sendikasız ve örgütsüz bir şekilde çalışmaya zorlandı, zorlanıyor. Daha fazla kâr elde etmek isteyen patronların işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almaktan kaçınmasının, devletin gerekli denetimleri yapmamasının bedelini yine işçiler ödedi. Başta inşaat, tarım ve taşımacılık olmak üzere örgütsüzlüğün ve güvencesiz çalışma koşullarının hâkim olduğu sektörlerde iş cinayetleri bu sene de zirve yaptı!
2024 yılında en az 71 çocuk işçi, henüz yaşamlarının baharında ölüme gönderildi. Okullarda olmaları gereken bu çocuklar, oyunlar oynayıp geleceğe dair hayaller kuramadan maden ocaklarında, fabrikalarda ve inşaatlarda iş cinayetlerine kurban edildiler, yaşamdan koparıldılar.
Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), eğitim bahanesiyle çocukları çalışma hayatına sürüklüyor. İşçi sınıfının bu en savunmasız kesimleri, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı fabrikalarda/işyerlerinde çalışmaya zorlanıyorlar. 2024 yılında MESEM programı kapsamında çalışan en az 9 çocuk öldü. MESEM denen bu sistem, “bir gün okul, dört gün sömürü” demek! Savunmasız ve sudan ucuz çocuk emeği sömürüsü, bir devlet politikası haline getirilmiş durumda. Patronlar bu çocukların emek gücünü bedavaya sömürüyor, devlet/iktidar ise bunu “mesleki eğitim” diye pazarlıyor.
Çocukları çalıştıran ve ölümle karşı karşıya bırakan her patron ve her yetkili, iş cinayetlerinin failidir. Bu düzen bir an önce değişmelidir! Çocuklar patronların kasalarına akan kârın kaynağı olmamalıdır! Çocuk işçiliği tamamen yasaklanmalı, MESEM gibi programlar sonlandırılmalıdır! Çocuklara gerçekten beceri kazandıran, pratik/düşünsel bilgi ve birikimlerini artıran, toplumsal sorumlulukları duyumsamalarını ve insanlığın büyük sorunlarına kafa patlatmalarını sağlayan bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır!
2024 yılında en az 94 göçmen işçi hayatını kaybetti. Yabancı oldukları bir ülkede tümüyle hayatta kalmaya odaklanan göçmen işçiler, işçi sınıfının en savunmasız kesimlerinden birini oluştururlar ve açgözlü sermaye sınıfı da onların bu durumundan sonuna kadar yararlanır. Onlar en riskli işlerde, en kötü koşullarda çalıştırılıyorlar. Yoğun emek sömürüsüyle kârlarını artırmak isteyen patronlar, savunmasız ve ucuz işgücü kaynağı olan göçmenleri çalıştırırken, onların canlarını zerrece umursamıyorlar, adeta yük hayvanı muamelesi yapıyorlar. Hem dil ve kültür açısından horlayıp aşağılıyor hem de en ağır çalışma koşullarını dayatıyorlar! Üstelik bu yalnızca Türkiye’de değil, Avrupa veya ABD’de de böyledir. Örgütlü olmadıkları ve seslerini duyuracak mekanizmalardan yoksun oldukları için göçmen işçilerin ölümü, çoğu zaman haberlere ve istatistiklere bile konu olmuyor.
Bir kamyon kasasında ezilen, inşaatta yüksekten düşen, fabrikada makinenin dişlilerine kapılan göçmen işçilerin hikâyesi hep aynı şeyi anlatır: Patronların kâr hırsı, devletin işyerlerini denetlememesi ve toplumun sessizliği! Patronlar için göçmen işçiler daha az konuşan ve diğerleriyle iletişimi kısıtlı olan, bu anlamda savunmasız, daha az ücret ödenen, iş cinayeti yaşandığında daha çabuk unutturulan birer iş aletinden başka şey değildirler. Ucuz işçilik, güvencesizlik ve iş cinayetleri göçmenlerin kaderi gibi sunuluyor! Hatırlarsak daha önce MÜSİAD başkanı bir konuşmasında şöyle demişti: “Maalesef Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. İnsanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor. Çalışsa da verimli olmuyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor.”[1] Bu patron temsilcisinin “ağır işler, emek yoğun işler” olarak tanımladığı işler; giriş saatinin belli olduğu ama çıkış saatinin belli olmadığı, ücretlerin son derece düşük olduğu, gerekli iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı, işçilerin yük hayvanı muamelesi gördüğü işlerdir. Patronlar, hem sudan ucuz göçmen emek sömürüsünü ve hem en kötü çalışma koşullarını toplumun gözünde olağanlaştırmak, meşrulaştırmak istiyorlar. Oysa bir doğa kanunuymuş gibi çalışılan ve kendiliğinden var olan “ağır işler” yoktur. İşlerin ağır olmasına neden olan patronların kâr hırsıdır. Bu konuda uzman kişiler olarak uygulatmaya çalıştığımız üzere, çalışma alanları sağlıklı şekilde düzenlenirse, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri eksiksiz alınırsa, ücretler işçileri açlığa mahkûm edecek şekilde belirlenmezse, iş saatleri uzun olmazsa, işçilerin sigortaları aldıkları ücretler üzerinden yatırılırsa ve sosyal hakları verilirse herkes her işi yapar. Çok açık ki “kimsenin yapmak istemediği işler” diye bir kategori yoktur ve böyle bir kategori uydurup işçilere düşük ücreti ve kötü çalışma koşullarını dayatanlar patronlardır. Göçmen işçilerin ölümüne göz yuman bu sistem, yalnızca sermaye sahiplerini büyütürken, işçi sınıfını bölüyor ve zayıflatıyor. Göçmenlerin yaşadığı bu trajedi, sınıf dayanışmasının gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye işçi sınıfı göçmenlere sırtını dönerse kendisi de kaybeder çünkü kapitalizmin kâr çarkı yalnızca göçmenlerin değil, tüm işçilerin canını almaktadır!
Tüm işçiler, doğal olarak yıllarca çalışmalarının karşılığını almak ve emekli olduklarında huzurlu bir yaşam sürmeyi bekler. Birçok insan bir gün emekli olup küçük, huzurlu bir sahil kasabasında yaşamayı hayal eder. Üreten, emeğini ve alın terini toplum ve gelecek kuşaklar için harcayan işçilerin hakkıdır bu! Ancak kapitalist düzende bu hayalin asla mümkün olmadığını biliyoruz. Bugün bu hayali kurmak bile imkânsız hale gelmiştir.
Uzun yıllarını çalışmaya vermiş bu insanların çoğunun aldığı emekli maaşı, bir kirayı bile ödemeye yetmemektedir. SGK emeklilerine yüzde 15,74, memur emeklilerine ise yüzde 11,54 zam yapan AKP-MHP iktidarı, 2025 yılını da işçi sınıfının bu cefakâr kesimine zehir edecek! Emeklilerin önemli bir kısmı ay sonunu getirebilmek için çalışmak zorundadır. Diğerleri de ay sonunu getirebildikleri veya koşulları iyi olduğu için çalışmıyor değiller, yaşları ve sağlık koşulları buna izin vermiyor. Emekliler iş bulabilmek için kendilerine dayatılan düşük ücrete ve iş güvenliği önlemlerinin alınmamasına itiraz edemiyorlar. Bu yüzden de iş kazalarında hayatını kaybeden emeklilerin sayısı her sene giderek artıyor. 2024 yılında 50 yaş üzerinde olan en az 558 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yine 65 yaş üzerinde olan en az 96 işçinin iş cinayetlerinde ölmesi, çalışma yaşının ne kadar yüksek olduğuna örnektir. 78 yaşında olmasına rağmen geçinemediği için kâğıt toplama işçiliği yapan Feyzi Cahanker, çalıştığı esnada kamyonet çarpması sonucu hayatını kaybetti. 78 yaşında bir insanı kâğıt toplamaya mahkûm eden kapitalist kâr düzeni ve AKP-MHP iktidarının ekonomi politikalarıdır.
Maraş/Hatay merkezli 6 Şubat depremlerinde on binlerce insanımız yaşamını kaybetti. Depremin yıkıcı sonuçlarını bertaraf etmek için dayanıklı yaşam alanları inşa edilmesini sağlamayan ve depreme karşı gerekli hazırlıkları yapmayan iktidar, aynı vurdumduymaz tutumunu yeniden inşa çalışmalarında da sürdürüyor. Basına yansıyan verilere göre, deprem bölgesinde sürdürülen inşaat faaliyetlerinde, 2024 yılı boyunca en az 106 işçi hayatını kaybetti. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması, projelerin bir an önce bitirilmek istenmesi, denetimsizlik ve sermayenin dizginsiz kâr hırsı nedeniyle, on binlerce insanımıza mezar olan deprem bölgesi bu kez de inşat işçilerine mezar oluyor! İşçilerin insan onuruna yakışmayan koşullarda kölece çalıştırılması, yalnızca vurdumduymazlık ve ihmalkârlık değil, aynı zamanda cinayettir! Bu bölgelerde, TOKİ gibi devlet destekli projelerde durum gerçekten de içler acısıdır. Örneğin sadece Adıyaman İndere (Zer) Köyündeki TOKİ deprem konutlarının inşaatında en az 9 işçi hayatını kaybetti. Devletin yürüttüğü bu projelerde dahi ölüm haberlerinin ardı ardına gelmesi, denetim mekanizmasının neredeyse hiç işlemediğini gözler önüne seriyor. İşçiler hayatlarını kaybederken ya da sağlıklarından olurken, müteahhitler kârlarını katlıyorlar!
2024’te işyerlerindeki dayanılmaz baskı, geçim sıkıntısının doğurduğu çaresizlik ve mobbing nedeniyle birçok işçi yaşamına son verdi. Bu intiharlar bireysel trajedi değil iş cinayetidir. Özellikle hizmet sektörü, çağrı merkezleri ve büyük perakende mağazalarında yaşanan intiharlar, görünmeyen şiddetin, baskı ve zorbalığın en çarpıcı örneğini sunuyor. Temmuz ayında LC Waikiki’de mobbing nedeniyle yaşamına son veren Muhammed Yavuz, işyerindeki sistematik baskının nasıl yıkıcı sonuç doğurduğuna bir örnektir. Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumunda çalışan Cihangir Emre Küçüker, depremde kaybettiği ailesinin yasını tutamadan yoğun iş yükü ve zorunlu görevlerle başa çıkamadığı için intihar etti. Dokuz Eylül Üniversitesinde bir asistan hekim uzun saatler boyunca tükenene kadar çalıştırılarak ve mobbinge maruz bırakılarak intihara sürüklendi.
Çok açık ki sermaye sınıfının kâr hırsının yarattığı dayanılmaz koşullar ve toplumu baskı altına alan faşist rejimin emekçileri nefessiz ve çıkışsız bırakması bu intiharlarda rol oynamaktadır. Kuşku yok ki işçi sınıfının örgütlü olduğu ve toplumsal dayanışmanın güçlü bir şekilde hissedildiği koşullarda bu intiharlar olmazdı!
2024 yılında sendikalı işyerlerinde iş cinayetlerinde ölen işçilerin sayısı 36. Bu, toplam iş cinayetlerinde kaybettiğimiz işçilerin yüzde 2’sine denk geliyor. Sendikaların ne denli mücadeleci olup olmadığından bağımsız olarak, sendikalı işyerlerinde daha az iş kazası ve daha az iş cinayeti yaşanıyor. Bu sonuç, işçilerin sendikalı olmasının ve sermaye karşısında birlikte hareket etmesinin ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor. Tam da sendikalı olmanın bu denli önemli olması nedeniyle, patronlar karşılarında birlikte hareket eden bir kitle görmek istemedikleri için derhal sendikalaşan işçileri işten çıkartıyor ve sendikalaşma eylemini kırmaya girişiyorlar.
2024, Türkiye işçi sınıfı için aynı zamanda sendikasızlaştırma saldırılarının arttığı bir yıl oldu. Fakat son dönemde daha fazla gördüğümüz üzere, kârını maksimize etmek için işçilerin sendikal örgütlülüğüne saldıran patronlar, artan direnişlerle karşılaşıyorlar. Fernas Madencilikte çalışan madencilerin gündeme getirdiği gibi, işçi sağlığı ve iş güvenliği talepleri işçilerin önemli talepleri arasında yer alıyor.
2024’te iktidarın uyguladığı kemer sıkma programı emekçileri daha fazla yoksullaştırırken, patronlar kâr rekorları kırdılar, devlet teşvikleriyle sermayelerini daha da büyüttüler. Devlet desteği ve teşviklerle palazlanan birçok işyeri, iş güvenliği önlemleri alınmadığı için işçilere mezar oldu. Aralık ayında ZSR Patlayıcı A.Ş.’de patlama meydana geldi ve 11 işçi yaşamını kaybetti. “Balıkesir’deki Patlamada 11 İşçi Yaşamını Kaybetti: Sorumlu Patronlar ve İktidardır!” yazımızda belirttiğimiz gibi, patlamanın ardından ZSR fabrikasının devletten milyonlarca liralık teşvik aldığı ortaya çıktı. Erdoğan’ın imzasıyla 2022’de Resmi Gazetede yayımlanan bir kararla, üretim kapasitesi artırılması hedeflenen fabrika teşviklere boğulmuş! İktidar, teşvik ve muafiyetlerle ZSR gibi şirketlerin daha fazla zenginleşmesinin önünü açarken, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda gereken denetimleri yapmıyor, işçilerin hayatını umursamıyor. Dolayısıyla iş kazalarının ve iş cinayetlerinin failleri sadece patronlar değil, aynı zamanda bu ihmallere göz yuman ve patronların önünü açan iktidardır. Bu sistemde devlet, sermayenin çıkarlarını işçi sınıfının haklarının önüne koyarak kapitalistlerin daha da palazlanmasını sağlamaktadır.
2024, işçi sınıfı için ne yazık ki kara bir yıl oldu. 1897 işçi kardeşimiz bu çürümüş düzenin dişlileri arasında ezildi, can verdi. Bu ölümler kaza değil, kader değil! 1897 işçinin iş cinayetine kurban gitmesine neden olan patronların kâr hırsı ve gerekli denetimleri yapmayarak onlarla suç ortaklığı yapan siyasal iktidardır. Her kapitalist bilir ki gerekli önlemleri almadığında iş kazaları olur, işçiler hayatlarını kaybederler. Ama onlar iktidardan aldıkları güce ve işçi sınıfının örgütsüz olmasına güveniyorlar. Bu yüzden bile isteye, daha fazla kâr elde etmek için gerekli iş güvenliği önlemlerini almıyor, işçilerin canını önemsemiyorlar! Tam da bu yüzdendir ki işçileri ölüme göndererek cinayet işlemektedirler.
Ama unutulmasın ki bu düzende çarklar bizim sayemizde dönüyor! Biz durduğumuzda hayat durur! Biz örgütlenip bu iş cinayeti düzenine karşı mücadele ettiğimizde sermayenin saltanatı yıkılır! Çocuklarımızın daha hayatlarının baharında makinelere sıkışarak ölmesini kabul etmiyoruz! Göçmen kardeşlerimizin en ağır işlerde ölüme terk edilmesini istemiyoruz! Emekli olmuş insanlarımızın, açlıkla sınanıp ölümüne çalıştırılmasına göz yummak istemiyoruz! Artık yeter diyoruz! İşçi sınıfı bu çalışma koşullarına ve hayata mahkûm değil. Daha fazla ölüm istemiyoruz, daha fazla çocuk mezarı istemiyoruz, daha fazla gözyaşı istemiyoruz! Bu gidişata dur diyecek olan elbette işçi sınıfının mücadelesidir. Ancak bunun için işçilerin tek tek bireyler olmaktan kurtulup devasa işçi sınıfının bir parçası olduklarının farkına varmaları gerekiyor. Unutmayalım ki iş kazalarına ve iş cinayetlerine karşı örgütlenirsek, aynı zamanda düşük ücretlere, uzun ve ağır çalışma koşullarına karşı da örgütlenmiş oluruz. Ölmemek ve yaşamak için örgütlenmekten başka çaremiz yok!
[1] https://www.indyturk.com/node/508076/haber/müsi̇ad-başkanı-asmalı-türkiyede-iş-beğenmeme-durumu-var
Balıkesir’deki Patlamada 11 İşçi Yaşamını Kaybetti: Sorumlu Patronlar ve İktidardır!
Oba Makarna’daki Patlamanın Anlattığı: Üretim Aksamasın, İşçiler Ölsün!
İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve Sınıf Mücadelesi Dinamikleri-1