19 Mart Sonrası Süreç ve 1 Mayıs
Gelecekbizim, 2 Mayıs 2025

1 Mayıs’ta dünyanın bütün meydanları, kapitalist sömürü düzeninin yarattığı yıkıcı ve boğucu sorunlara karşı öfkeli olan milyonlar tarafından dolduruldu. Her ulustan, her renkten, her inançtan işçiler, kadınlar ve gençler; “kapitalist sömürüye, emperyalist savaşa ve soykırıma son” diye haykırdı. Toplumsal eşitsizliğin akıl almaz boyutlara ulaşması, derinleşen yoksulluk, büyüyen işsizlik, doğanın talanı, kadına yönelik şiddet, farklı kimlik ve inançlara dönük baskılar protesto edildi. Demokratik hakların gasp edilmesine, toplumun nefessiz bırakılmasına, baskı ve zorbalığa karşı biriken öfke, Türkiye’den Arjantin’e dünyanın her köşesinde meydanlara yansıdı; milyonlar özgürlük istedi! Sömürü ve savaşlardan kurtuluşun dile geldiği işçi sınıfının Enternasyonal Marşı, neredeyse tüm meydanlarda yankılandı. İnsanlığın geleceğini temsil eden sosyalizmin ruhu, her yerde yeniden can buldu.

Türkiye’de inatçı bir geleneğe sahip olan 1 Mayıs, bu yıl da şaşırtmadı! Neredeyse tüm illerde ve çok daha fazla kentte 1 Mayıs kutlaması yapıldı, mitingler örgütlendi. Rejimin işçi komitelerine dönüşmüş sarı sendikaların bile, şu ya da bu biçimde mitingler örgütlemesi, Türkiye’de 1 Mayıs’ın toplumsal gücünün bir göstergesidir.

19 Martta, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından gelişen halk hareketinin yarattığı dinamizm ve heyecan, tüm 1 Mayıs alanlarında hissedildi. Genel olarak toplumun, özel olarak da muhalif kitlelerin ve gençlerin ruh halindeki değişim 1 Mayıs alanlarına yansıdı! İstanbul’da yoğun yağmur ve soğuk hava 1 Mayıs’ın bütünlüğünün ve coşkusunun hissedilmesini azaltsa da, on binlerce emekçi saatlerce sokaklarda ve meydanlarda kaldı. Özellikle sosyalist parti ve örgütlerin,  öğrenci gruplarının geçen senelere göre çok daha kitlesel ve coşkulu olması, rejim karşıtı toplumsal mücadelenin canlanmasının doğrudan bir ifadesidir. Uzun yıllardır yasaklı olan İstanbul Kadıköy Meydanının emekçilere açılmasını sağlayanın, başlayan toplumsal hareketlenme olduğunu da not düşmek gerekiyor.

Rejim, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını bir kez daha yasakladı ve İstanbul’u polis ablukasına aldı. 1 Mayıs öncesinde, ev baskınlarıyla onlarca öğrenciyi, sosyalisti ve sendikacıyı gözaltına alarak topluma korku salmaya çalıştı. Ancak buna rağmen emekçilerin sokaklara ve meydanlara akmasını durduramadı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla on binlerce kişi Kadıköy’de toplanırken, Türk-İş üst bürokrasisinin öncülüğünde bir başka miting Kartal’da düzenlendi. Rejimin işçi komitesi gibi hareket eden Türk-İş yönetimi, uzun zamandır 1 Mayıs’ın mücadeleci içeriğini boşaltarak onu bir okul müsameresine dönüştürmeye çalışıyor. Kürsü, işçi kitlelerinin taleplerini bastıracak ve rejimin hedef alınmasının önüne geçecek şekilde organize ediliyor. 19 Mart sürecinin ardından İstanbul’da ayrı bir 1 Mayıs örgütleyen Türk-İş yönetiminin amacı, 1 Mayıs’ın ve Kadıköy’deki mitingin güçlü bir rejim karşıtı gösteriye dönüşmesinin önüne geçmekti. Fakat buna rağmen, Kartal meydanını dolduran binlerce işçi, rejimin ekonomi politikalarını ve artan yoksulluğu protesto etti. 1 Mayıs geleneğini temsil eden sloganlar yükseltildi!

Her alanda toplumu baskı altına alarak nefessiz bırakan rejim, en ufak itirazı bile ezerek ve insanları tutuklayıp cezaevine atarak tüm kitlelerde mutlak bir korku yaratmaya çalıştı. Sokak röportajlarında iktidarı eleştirenlerin bile tutuklanması, bu baskı dalgasının uç noktasıdır. Rejim, toplumu sindirmek için bir taraftan açık devlet şiddetini devreye sokarken, öte taraftan da tüm medya gücünü kullanarak korkunun kitlelerin ruhuna derinlemesine işlemesini sağlamayı amaçladı. “Cezaevi ve tutuklanma” anlamına gelen “Silivri soğuktur” ifadesi, bizzat rejim eliyle yayılarak günlük yaşamda hâkim kılındı, bir tehdide dönüştürüldü. Oysa aynı dönemde Türkiye toplumu, kendine özgü koşullar nedeniyle çok yönlü ve katmanlı bir dönüşüm süreci yaşıyordu. Derinleşen yoksulluğa, işsizliğe, genç kuşakların geleceksizlik sarmalına itilmesine, rejimin sınır tanımaz keyfiliğine, doğanın talan edilmesine karşı toplumda bir öfke ve hoşnutsuzluk birikiyordu. Fakat CHP’nin başını çektiği burjuva muhalefetin pasifist çizgisinden ve sosyalist hareketin yeterince güçlü olmamasından dolayı, toplumun geniş emekçi kesimleri umutsuzdu. Bu durum, toplumda içe doğru bir büzülmeye/kapanmaya neden oldu; karamsarlık ve depresyon daha da yaygınlaştı. İşte 19 Mart sonrasının en büyük kazanımlarından biri, toplumdaki bu içe büzülmenin durması ve dışa doğru açılmanın başlamasıdır!

Kuşkusuz değişim arzusu en çok genç kuşaklarda kendini açığa vuruyor. Liselerden üniversitelere kadar gençlik; horlanıp aşağılanmaya, yaşam tarzlarına müdahaleye, okulu bitirdikten sonra iş bulup bulamayacaklarının belirsiz olmasına, özgürlüklerin sistematik biçimde kısıtlanmasına itiraz etmeyi meşru görüyor. Sıradan bir okul müdürü bile, rejimin siyasal söylemini ve tepedekinin davranış kalıplarını aynen kopya ediyor ve öğrenciler üzerinde zorbalığa dayanarak hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Faşist pratiğin sıradanlaşması anlamına gelen bu hareket tarzını hayatın her alanında görebiliriz. Polisin her türlü hak arama mücadelesine saldırması ve bunu yaparken insanları aşağılaması da buna örnektir. Fakat korku eşiği birçok yönden aşılmaya başlanmıştır. Karamsarlık ve umutsuzluk dalgasının kırılmaya başlaması, toplumda rejimin baskı ve zorbalığına karşı mücadele etmenin meşru görülmesi son derece önemlidir.

Fakat tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, 19 Martta başlayan emekçi halk hareketi ivme kaybetmiş durumda. Öğrenci gençliğin eylemlilik sürecini bir kenara bırakacak olursak, hareket büyük ölçüde CHP’nin rutin mitinglerine sıkıştırılmıştır. Ne yazık ki sosyalist hareket de henüz, emekçi halk hareketini nasıl ileri taşıyacağı ve işçi sınıfının geniş kesimlerini nasıl örgütlü biçimde eylemlere kanalize edeceği konusunda ortaklaşabilmiş değil. Bu yönde ciddi bir çaba da yoktur. Oysa rejimin geriletilmesi ve sosyalist hareketin siyasal arenada etkili olabilmesi için toplumsal dinamizmin korunması, eylemlilik sürecinin canlı tutulması ve sendikalı işçilerin örgütlü biçimde hareketin içine çekilmesi gerekiyor. Bu doğrultuda herhangi bir adım atmayan, ortak bir platform ya da örneğin bir emek cephesi etrafında güçlerini birleştiremeyen sosyalist hareket, ne sendikalara yön verebilir ne de rejimin polis barikatlarını aşarak 1 Mayıs kutlamalarını Taksim’e taşıyabilir.

İşçi sınıfının örgütlü mücadelesinin kendi bağımsız sınıf çizgisinde gelişmesini ve kapitalizm karşıtı bir karakter almasını sağlamak için yapılması gereken çok şey var. Öncelik, tüm bu hususların sorgulanması ve gereğinin yapılması olmalıdır!

İşçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesi elbette sadece 1 Mayıs’la sınırlı değildir. Fakat 1 Mayıs, toplumsal mücadelenin bir barometresi işlevi görmektedir. İşçi sınıfı bir kez daha ve güçlü bir şekilde, tarihsel ömrünü doldurmuş olan ve insanlığı felakete sürükleyen kapitalizme karşı öfkesini dünya meydanlarında dile getirdi. 1 Mayıs meydanları, bir kez daha gösterdi ki insanlığın sömürü ve zulümden kurtulma mücadelesi olan sosyalizm mücadelesi, geçmişten bugüne akan bir nehir gibi yoluna devam ediyor. Sömürünün son bulduğu, eşit, özgür ve barış dolu bir dünya mücadelesi tüm engellere rağmen sürüyor!

Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!

Rejimin Kendisini Mutlaklaştırma Darbesi: İmamoğlu Gözaltında, Toplumsal Muhalefet Ayakta!

Faşist Rejim Halk Hareketine Saldırıyor: Dayanışmamızı ve Örgütlü Gücümüzü Büyütelim!

İlgili yazılar

Utku Kızılok, 26 Ağustos 2015
Okur Mektupları, 26 Nisan 2025
Utku Kızılok, 10 Aralık 2024
Akın Erensoy, 2 Mart 2015