Bugün 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2002 yılında çocuk işçiliğine karşı farkındalığı artırmak amacıyla bu tarihi özel bir gün olarak ilan etti. ILO’nun ilgili sözleşmelerini kabul eden ülkelerde 12 Haziran, çocuk işçiliğiyle mücadele günü olarak kabul ediliyor. Türkiye de bu ülkelerden biridir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 2017-2023 yılları arasında “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programı” yayınlamış ve çocuk işçiliğiyle mücadele kapsamında 2018 yılını “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı” ilan etmiştir. Fakat bu adımlar büyük ölçüde prosedürel bir nitelik taşıyordu ve tamamen göstermelikti. Çocuk işçiliğiyle mücadele kapsamında gerçek anlamda hiçbir şey yapılmadığını, artan çocuk işçi sayısına ve iş cinayetlerinde ölen çocuklara bakarak anlayabiliriz. İSİG Meclisi raporlarına göre, çocuk işçiliğiyle mücadele yılı olan 2018’de 14 yaş ve altında en az 23 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 44 çocuk/genç işçi iş kazalarında hayatını kaybetti.[1] Bir yıl öncesine gidip 2017 yılındaki iş kazaları ve iş cinayetleri raporlarına bakalım: 18’i 15 yaş altı olmak üzere 60’ı çocuk işçi iş kazalarında hayatını kaybetti.[2] Çocuk işçiliğiyle mücadele yılı ilan edilen 2018’de, bir önceki yıla göre iş cinayetlerinde ölen çocuk işçi sayısı artmıştır. Daha sonraki yıllarda çocuk işçi ölümleri azalmak bir yana, genel olarak artarak devam etmiştir.
İSİG meclisi verilerine göre;
14 yaş altındaki çocuklar iş cinayetlerinde hayatlarını kaybederken, kalkıp çocuk işçiliğiyle mücadele edildiğini iddia etmek emekçilerin aklıyla alay etmektir.
Yoksullaştırma politikasının derinleştiği bu süreçte, okulu bırakmak zorunda kalıp çalışmaya başlayan yüz binlerce çocuk ve genç işçi bulunmaktadır. Bu tablo, verileri iktidar lehine düzenleyen TÜİK istatistiklerine dahi yansımıştır. TÜİK’in 2024 yılı verilerine göre, 15-17 yaş arası gençlerin çalışma oranı yüzde 24,9’a ulaşmıştır.[3] Bu oran, okul çağındaki her dört gençten birinin çalışmak zorunda kaldığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, TÜİK’in yayımladığı bu veriler yalnızca resmi kayıtları içermekte, kayıt dışı çalışan yüz binlerce çocuk ve genç işçi bu tabloya dâhil edilmemektedir. Bugün Türkiye’de yaklaşık 3,5 milyon çocuk işçi olduğu ifade edilmektedir.
2025 yılına ait iş cinayetleri de bu vahim tablonun bir parçasıdır. Yalnızca Nisan ayında en az 8 çocuk işçi hayatını kaybetti. Bu çocuklardan üçü 14 yaşın altındaydı. ILO ve Çalışma Bakanlığı, çocuk işçiliğiyle mücadele ettiklerini söylese de, çocuk işçilerin ölüm sayıları bunun büyük bir yalandan ibaret olduğunu göstermektedir.
Çocuk işçiliği, eğitim ve meslek edinme adı altında Milli Eğitim Bakanlığı eliyle giderek yaygınlaştırılıyor. Bakanlık, bir eğitim kurumu olmaktan uzaklaşarak adeta patronlara ucuz çocuk işçi tedarik etme kurumuna dönüşmüş durumda! Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), “okulda bir gün teorik eğitim, sanayide dört gün pratik eğitim” uygulamasıyla öğrencileri fabrikalarda, atölyelerde, inşaatlarda çocuk işçi olmaya itiyor.
Bu uygulama, öğrencilerin nitelikli mesleki beceriler edinmesini değil, düşük ücretlerle ağır işlerde çalıştırılmalarını beraberinde getirmektedir. Diğer işçilerle aynı üretim sahasında ve aynı şartlarda daha düşük ücrete çalıştırılıyorlar. Normal şartlarda MESEM kapsamındaki öğrencilere veya stajyer öğrencilere, usta öğreticiler gözetmenliğinde işin öğretilmesi gerekmektedir. Fakat öğrenciler, diğer işçiler gibi doğrudan makinelerde çalıştırılıyorlar.
Çocuk işçilerin ağır koşullarda çalıştırılması ve üstelik gerekli önlemlerin alınmaması, kaçınılmaz olarak iş cinayetlerine yol açıyor. Mesela 14 yaşındaki MESEM öğrencisi Arda Tonbul, Büyükçekmece’de bir metal fabrikasında sac büküm makinesinde tek başına çalıştırılırken, makine kalıplarının arasında sıkışarak hayatını kaybetti. Arda gibi sayısız MESEM’li öğrenci var, iş cinayetlerinde kapitalistlerin kâr hırsının kurbanı olan. Üzerine sunta bloklarının devrilmesiyle yaşamını kaybeden 15 yaşındaki Erol Can Yavuz, çalıştığı inşaatta yüksekten düşerek can veren 15 yaşındaki Alperen Kocayavuz bu çocuk işçilerden sadece birkaçı. Bu örnekler, MESEM kapsamındaki öğrencilerin işçi sağlığı ve iş güvenliğinden uzak, ağır koşullar altında çalıştırıldığını gözler önüne seriyor.
18 yaş altındaki işçilerin çok tehlikeli işlerde çalıştırılmaları yasaktır. Fakat bu yasak MESEM uygulamasıyla deliniyor ve öğrenciler çok tehlikeli olan inşaat ve döküm fabrikası gibi yerlerde çalıştırılıyor. Çocuk işçiler, işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitiminin verilmediği, hiçbir önlemin alınmadığı çok kötü koşullarda, ölümle burun buruna çalışmaya zorlanıyorlar. Örneğin Soma’da 17 yaşındaki MESEM öğrencisi Alperen, stajyer olarak çalıştığı inşaatta doğal gaz borusu döşerken yüksekten düşerek hayatını kaybetti. Alperen ile benzer koşullarda çalışan Necip de, inşaatta elektrik işlerini yaptığı sırada düşerek yaşamını yitirdi. Adını sayamayacağımız onlarca çocuk işçi, “meslek öğrenme” adı altında iş cinayetlerinde ölüme sürükleniyor, sermaye sınıfının kâr hırsına kurban ediliyor. Üstelik MESEM uygulaması kapsamında çalıştırılan çocuklar için patronların cebinden para çıkmıyor. MESEM’li öğrencilerin ücretleri İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanıyor.
Bir dönem art arda yaşanan stajyer ölümlerinin ardından, Milli Eğitim Bakanlığı staj yapılacak işyerlerinden risk değerlendirme raporları talep etti. Ancak bu raporların içeriğinin ne olduğu ve işyerindeki gerçek riskleri yansıtıp yansıtmadığına dair herhangi bir denetim gerçekleştirmedi. Bakanlık, koordinatör öğretmenleri işyerlerini gezerek işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınıp alınmadığını denetlemekle görevlendirdi. Ancak bu öğretmenlerin önemli bir kısmı, söz konusu denetimleri yapabilecek bilgi ve donanıma sahip değildirler.
İşyerlerinin yanı sıra, bazı okullarda döner sermaye kapsamında kurulan atölyelerde de öğrenciler ucuz işgücü olarak çalıştırılmaktadır. Bu atölyelerde çalışan öğrencilere işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimleri zaman zaman verilse de, gerekli önlemler çoğunlukla alınmamaktadır. Alandan bir örnek verelim: Denetim için gittiğimiz bir okulun atölyesinde öğrencilere, sıra ve masa demirlerinin kesim, kaynak ve boya işleri yaptırılmaktaydı. Ancak kaynak yapılan alanda herhangi bir havalandırma sistemi yoktu; boya yapılan bölümde ise patlama riskine karşı hiçbir önlem alınmamıştı. Ne var ki atölye öğretmenleri, bu tabloyu bizlere övgüyle anlatmaktan geri durmadılar. İşçi sağlığı ve iş güvenliğinden bihaber olan bu öğretmenler, öğrencileri karşı karşıya bıraktıkları risklerin farkında bile değillerdi.
Kapitalist düzende çocuk işçiliği, her zaman burjuvazinin iştahını kabartmıştır. Dünden bugüne tüm kapitalist ülkelerde ve Türkiye’de sermaye, çocuk emeğini sömürerek büyümüş, palazlanmıştır. “Türkiye kapitalizminin temelinde önemli ölçüde çocuk emeği vardır. Meselâ 1927’de yapılan Sanayi Sayımı sonuçlarına göre, o dönem Türkiye’de 256 bin 900 işçi vardır ve bu işçilerin 132 bin 400’ünü 14 yaşından küçük çocuk işçiler oluşturmaktadır. Yani işçi sınıfının %51,6’sı çocuk işçilerden meydana gelmekteydi. Marx, İngiltere’de çocuk emeği sömürüsünün yoğunluğunu anlatırken, burjuvazinin çocuk kanından sermaye yarattığını söyler. Gerçekler gösteriyor ki, çocuk kanından sermaye yaratmada Türkiye burjuvazisi, en az İngiltere burjuvazisi kadar mahirdir. Çok açık ki alt-emperyalist bir aşamaya yükselmiş olan Türkiye kapitalizmi, aynı zamanda korkunç bir çocuk emeği sömürüsü üzerinde yükselip palazlanmıştır.”[4]
Ucuz ve savunmasız çocuk emeği sömürüsü, bugün de sermayenin iştahını kabartmaya devam ediyor. Türkiye’de yüzbinlerce çocuk ve genç, yaratılan yoksulluğun bir sonucu olarak, okulu bırakıp çalışmak zorunda kalıyor. 4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte, zorunlu eğitimin son dört yılı birçok öğrenci tarafından açık lise üzerinden sürdürülmektedir. Okula gitmeyen bu öğrencilerden birçoğu ise kayıt dışı olarak çalıştırılmaktadır.
Çok açık ki emekçilerin çocukları, faşist rejimin zerrece umurunda değil. Rejim, Milli Eğitim Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı üzerinden öğrencileri sermayenin sömürü çarklarına sürmek için tüm gücüyle çalışıyor. Rejimin izlediği yoksullaştırma politikası, bu doğrultuda işlev görüyor ve bu sonuçlara doğrudan yol açıyor. Çünkü yüz binlerce işçi ailesi, yoksulluk nedeniyle çocuklarını okutamıyor, ailelerine destek olmak isteyen çocuklar ise atölyelerin, fabrikaların ve inşaatların yolunu tutuyor.
Çocuk işçiliğinin ve iş cinayetlerinde yaşamını kaybeden çocukların sayısının artması ile işçi sınıfının örgütsüz ve dağınık oluşu arasında doğrudan bir bağ var. Keza asgari ücretin tam anlamıyla bir sefalet ücreti haline gelmesiyle de! Eğer sendikalar örgütlü ve mücadeleci bir çizgide olsaydı, keza sosyalist hareket siyasal alana daha fazla müdahale edebilseydi, rejim çocuk işçiliğini bu denli yaygınlaştıramazdı. Örgütsüz olan işçi sınıfı, ne yazık ki çocuklarını sermayenin çarklarından kurtaramıyor. Çocuk işçiliğiyle mücadele, burjuva hükümetlerin keyfine bırakılamaz. İşçiler örgütlenip yoksulluğa, işsizliğe ve kapitalist sömürüye karşı mücadele etmeden çocuk işçiliği son bulmaz. Çocuklarımızı kapitalizmin dişlilerinden kurtaracak tek güç, işçi sınıfının örgütlü gücüdür.
[1] https://isigmeclisi.org/19796-hangi-savasta-bu-kadar-arkadasimizi-kaybediyoruz-2018-yilinda-en-az-1923
[2] https://www.isigmeclisi.org/19179-ohalkhk-rejimi-is-cinayetleri-demektir-2017-yilinda-en-az-2006-isci-yasamini-yitirdi
[3] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Cocuk-2024-54197
[4] https://gelecekbizim.net/sermayenin-cocuk-emegi-tutkusu/
İş Cinayeti Düzeni Katlediyor: 2024’te En Az 1897 İşçi Yaşamını Kaybetti!
28 Nisan: İş Cinayetlerine Karşı Öfkemiz, Sömürü Düzenine Karşı İsyanımız!
İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve Sınıf Mücadelesi Dinamikleri-1